Selçuklu Devleti'nin pâyitahtı Konya'da, Hükümdâr, bir toplantı yapıyordu sarayda. O ara dış kapıda birşeyler oluyordu. İçeri girmek için, birisi zorluyordu. Bu, tam onyedisinde, genç bir delikanlıydı. Altında yağız bir at, belinde kılıç vardı. Üstü başı toz toprak içindeydi kâmilen. Uzak yoldan geldiği, belli idi hâlinden. Diyordu ki: (Bir nâme getirdim Pâdişah'a. Bunu vermem gerekir kendisine şu anda.) Ve lâkin muhâfızlar, diyorlardı ki: (Hayır! Giremezsin, şu anda hünkârın işi vardır.) O esnâda saraydan nur yüzlü çıktı biri. Bu zât, "Celâleddîn-i Rûmî" hazretleriydi. Bu mübârek Velîyi görünce nöbetçiler, Kapıları açarak, kenara çekildiler. "Mevlânâ", o yiğide yaklaştı adım adım. Ve şefkatle sordu ki: (Sen kimsin ey evlâdım?) Genç adam, gözlerini yerden kaldırmıyarak, Şöylece arzeyledi pek edepli olarak: (Efendi hazretleri, ben, bir Uç Beyi olan, Gâzi Ertuğrul Bey'in oğluyum, adım Osmân.) Sordu yine Mevlânâ: (Beyliğiniz nerdedir?) Dedi: (Bizans yanında, Söğüt denen yerdedir.) Buyurdu: (Bir haber mi getirdin Uç Beyi'nden?) Dedi: (Evet, hünkâra vermeliyim âcilen.) Mevlânâ, (Gel benimle, gidelim bizim eve!) Deyip, tekkeye doğru başladı yürümeye. Ummadığı bu dâvet karşısında genç "Osmân", Şaşırdı, bocaladı, kararsız kaldı bir an. Lâkin atı silkinip, elinden kurtuldu ve, Mevlânâ'nın peşinden başladı yürümeye. Osmân dahî mecbûren koşturdu peşlerinden. Mevlânâ tekkesine vardılar çok geçmeden. Karşısına oturtup, buyurdu ki: (Ey evlât! İçinden Fâtiha'yı et devamlı kırâat.) Biraz sonra sordu ki: (Kaç tâne oldu şu an?) "Onsekiz" olduğunu arz etti hemen Osmân. Buyurdu ki: (Bu yetmez, oku bu kadar daha!) Böylece oldu cem'an otuzaltı Fâtiha. Müritlerine dönüp, dedi ki: (Pâdişahlık, Yakında Selçuklu'dan bu gence geçer artık. Ve Osmân'ın soyundan, otuzaltı gözü pek, Âdil ve çok kudretli sultânlar gelse gerek. Kuracağı bu devlet, uzun yaşıyacaktır. Ve islâma, çok büyük hizmetler yapacaktır.) Mevlânâ, sözlerini bitirince, ardından, "Amin Amin!" sesleri yükseldi bir ağızdan.