Afganistan'ın Herat şehrinde yaşayıp orada vefat eden büyük velî Seyfeddîn Halvetî hazretleri, bir gün Efendimiz'den bahsederken şunu anlattı sevdiklerine: "Füdâle bin Amr" adında biri vardı ki, îman etmeden önce fena halde kin besliyordu Efendimize. Tek gâyesi Onu öldürmekti. Kılıcını eteğinin altına gizleyip dolaşıyordu peşinde. Tenha yerleri kolluyordu hep. Bir gün Peygamberimiz sabahın erken satinde tavaf yapıyordu ki, Füdâle Onu görüp, "Tam fırsat!" dedi kendi kendine. Zîra yalnızdı Efendimiz. Arkasından sessizce yaklaştı. Birkaç adım kalmıştı ki, Efendimiz birden geri dönüp sordular: - Sen Füdâle misin? Cevap verdi: - Evet. - Doğru söyle, ne yapmak istiyordun şimdi? Füdâle ne diyeceğini şaşırdı. Umursamaz bir tavırla; - Hiiç, dedi. Gûyâ gizliyordu niyetini. Ama Âlemlerin Efendisi kalbini görüyor, niyetini biliyordu onun. Tatlı tatlı gülümsediler: - Vazgeç bu işten. Muvaffak olamazsın. Sonra duâ ettiler hidâyete gelmesi için. O anda kalbi değişti Füdâle'nin. "Şehâdet"i getirip îmanla şereflendi. Hazret-i Füdâle oldu. (radıyallahü anh). Senin Rabbin kim? Sonra da şunu anlattı: Peygamberliğin ilk yıllarıydı. Fahr-i kâinat Efendimiz, bir gün üç beş Eshâbıyla otururken bir köylü çıkageldi. Elindeki "kertenkele"yi Resûlullah Efendimize gösterip; - Şu hayvan seni tasdik ederse, ben de tasdik ederim, dedi. Efendimiz sordular o hayvancağıza: - Senin Rabbin kim? Kime kulluk edersin? Fasih bir lisanla cevap geldi: - Rabbim Allah'tır. Ancak Ona kulluk ederim. - Peki ben kimim? - Sen, Allah'ın kulu ve Resûlüsün. Mahlûklar içinde senden şereflisi yoktur. Köylü şaşkınlıklar içindeydi. Gayr-i ihtiyârî diz çöküp haykırdı "Şehâdet"i. Îman edenlerin sayısı bir fazlalaştı böylece.