Dıhye-i Kelbî radıyallahü anh, îman etmeden önce, ticaret için uzak seferlere gider, dönüşte, kıymetli hediyeler getirirdi Efendimize "aleyhisselam". Çünkü Onu çok seviyordu. Hatta küçük Hasan'la küçük Hüseyin'i de çok seviyor, onlara da hediye getirmeyi ihmal etmiyordu. Kendisi çok güzel ve yakışıklıydı. Hattâ Cebrâil aleyhisselâm, çoğu zaman onun sûretinde gelirdi Resûlullaha. Bir gün yine Dıhye sûretinde mescid-i şerîfe geldiğinde, Hasan ve Hüseyin, mescidin bir köşesinde oynuyorlardı. Resûlullahın yanında Onu görünce çok sevindiler. Onu Dıhye zannetmişlerdi. Oyunu bıraktıkları gibi koşup kucağına oturdular. Ve; "Acabâ ne hediye getirdi?" diye minik ellerini Cibrîl'in ceplerine uzattılar. Çünkü Dıhye, cebinden çıkarıp da verirdi hediyelerini. Lâkin elleri boş çıkınca, Resûlullaha karşı mahcup oldu büyük melek. Oracıktan uzandı Cennete. Bir salkım üzüm koparıp, verdi birine. Sonra bir nar koparıp, uzattı ötekine. Çocukların işi görülmüştü. Koştular oyun yerlerine. Tam yemeğe başlayacaklardı ki, mescidin kapısında fakir kılıklı bir ihtiyar görünüp; - Ne olur, o meyvelerden bana da verin! diye seslendi. Çocuklar, ok gibi fırlayıp, bir anda ihtiyarın yanına koştular. Biri elindeki üzümü uzattı. Diğeri ise narı. Fakir, meyveleri tam alıyordu ki, Cebrail aleyhisselam; - Durun, vermeyin! O fakir zannettiğiniz kişi, şeytandır. Cennet meyvesi haramdır ona! diye seslendi. Bu îkazla geri döndü çocuklar. Şeytan ise rezil olarak terk etti o yeri. > www.gonulsultanlari.com Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com