Mahşer günü, güneş iyice alçalıp ehl-i mahşeri yakar. İnsanlar sıkıntıdan patlayacak hâle gelip, çâresizlikten; - Şu hesap başlasın da ne olursa olsun. İsterse Cehenneme gidelim, derler. Ve önce Âdem Peygamber'e gidip yalvarırlar: - Ey hazret-i Âdem! Sen, Hak teâlâ katında aziz ve muhteremsin. Bu mahşer meydanında hâlimiz pek fenâdır. Ne olur, bize şefaatte bulun da hesabımız başlasın artık. Âdem Nebî özür dileyip, Nuh aleyhisselâm'a sevk eder onları. Ehl-i mahşer me'yus halde ayrılıp, hazret-i Nuh'a varır ve Ondan şefâat dilerler. Ancak o da özür diler ve İbrâhim Peygamber'e gönderir onları. Bu defa onun huzuruna varıp; - Ey Allahın dostu! Ne olur şefâat et de, Rabbimiz baksın hesabımıza! derler. Halîlullah, onları Mûsâ Peygamber'e, O da Îsâ aleyhisselâm'a havâle eder. Îsâ Nebî de özür dileyip; - Siz Hâtem-ül Enbiyâ'ya gidin. Çünkü Peygamberlerin sonuncusu ve en şereflisi Odur, der. Ehl-i mahşer son bir ümit Resûlullahın minberine gelir ve; - Ey Allahın Sevgilisi! Senden sonra gidecek kapımız yoktur. Ne olur, sen şefâat eyle ki hesabımız başlasın, derler. Sevgili Peygamberimiz; - Rabbim izin verirse ben şefâat ederim, buyurur. Ve hemen Arş-ı âlâya varıp, orada bin sene süren bir secdeye kapanır. O esnâda ehl-i mahşerin hâli çok müşkildir. Bâzısının zekâtını vermedikleri mallar, paralar, boyunları üstünde "ağır halka" olmuş ve "dağ" gibi ağırlaşmıştır. Feryat ve figanları gök gürlemesini andırır. Efendimiz secdede iken Rabbimizden bir nidâ gelir: - Yâ Muhammed! Başını kaldır. Şefâat eyle, kabul edilir! Efendimiz secdeden kalkıp; - Yâ İlâhî! Kullarının hesabını gör ki, günahlarıyla mahşerde rezil rüsvay oldular, diye yalvarır. Efendimizin şefâatiyle "Mîzan" kurulur. Ve ehl-i mahşer bu azabtan kurtulur. > E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com