Hak teâlâ, Âdem Nebî'nin kalıbına rûh verip diriltmeyi murâd ettiğinde, rûh, bedeni karanlık görüp girmek istemedi. Hak teâlâ, Cebrâil'e; "Habîbimin nûrunu getir, Âdem'in iki kaşının arasına koy. Rûh ona bakıp, bedene girsin!" buyurdu. Rûh o nûru gördü. Ve bedene girdi. Hem de severek. Nazlı rûh, uzun yıllar mukaddes âlemlere alışık olduğundan, şaşırdı birdenbire. Geri dönmek istedi. Ama na mümkün. Çâresizce Âh dedi. Allahü teâlâya, yakınlık anlarını düşünüp, üzülürdü. Bu beden kafesini parçalayıp, kavuşmak isterdi eski günlerine. Velhâsıl bu ruh, cesedi sevmedi. Sevemedi. Yakınlık kuramadı. Bu, elinde değildi. Zîrâ aynı cinsten değildiler. O, âlem-i halk'tandı. Bu, âlem-i emr'den. Sonsuz kudret sâhibi olan Allahü teâlâ, bu iki zıt şeyi bir araya getirdi. Hava'yı, bedene mühim gıda yaptı. Ruh, Rabbinin kokusunu, bu hava'dan alıp, tâze hayât bulur. Zîrâ insan, her nefes alıp verdiğinde, (H) sesi hâsıl olur. Allah kelâmının son sesi (H)dır. İşte o (H) sesleri, Allah'ı hâtırlatır. İnsan, günde binlerce, nefes alıp veriyor. Yâni rûha binlerce, O'ndan haber geliyor... > www.gonulsultanlari.com Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com