"Sen de bizimle idin"

A -
A +

"Fenârî"nin mektûbu, Sultân'a erişince, Okuyup, yaptığına pişmân oldu bir nice. Dedi: (Eyvâh ne yaptık, elimizle mâlesef, O kırk sipâhîmizi, oklara ettik hedef. Emir verip, başını istediğimiz o er, Resûl'ün evlâdından bir Velî imiş meğer.) Bu hâdiseden sonra, günler geçti aradan. Bursa'ya dönüş yaptı, "Yıldırım Bâyezid Hân". Cihâddan, zafer ile dönüyordu ki ordu, Yavaş yavaş Bursa'ya doğru ilerliyordu. Karşılamak üzere, gelmişti nice insan. Onların arasında vardı hem "Emîr Sultân" Pâdişâh, tâ ilerden görünce birden onu, Anladı dâmâdının "bu kimse" olduğunu. Düşündü ki: "İşte o, o yaraları saran. İşte o, Niğbolu'da kapıyı bize açan." Yanına yaklaşınca, dedi ki: (Evet, sendin! Sen dahî bu savaşta bizimle berâberdin.) Emîr Sultân dedi ki: (Mübârek olsun gazân! Allah, noksan etmesin sizi hiç başımızdan.) Pâdişâh attan inip, sarıldı dâmâdına. Gözünden sızan yaşlar, aktı yanaklarına Yıldırım Bâyezid Hân, sordu ki ona şöyle: (O el çabukluğunuz ne idi cenkte öyle?) O da, Fetih sûresi, onuncu âyetini, Okuyup, yaptı sonra meâl-i şerîfini. Demek istemişti ki: (Hak'tandır yardım, medet. Benim yardımlarım da, O'nundur yine elbet.) Ne zaman ki Timur Hân, Osmânlı sınırına, Gelince, Bâyezid Hân, sert çıkış yaptı ona. (Savaşa girme!) diye, Emîr, ona nasîhat, Ettiyse de, Emîr'i dinlemedi o fakat. Onunla cenk etti ve oldu mağlûb ve esîr. Ve bundan ötürü de, oldu çok müteessir. Ona, bu mağlûbiyet, acı geldi be gâyet. Tahammül edemeyip vefât etti nihâyet. "Yavuz Sultân Selîm" de, ecdâdı gibi yine, Ziyârete giderdi büyüklerin kabrine. Ne zaman bir cenk için, hazırlanırsa ordu, Gidip, "Emîr Sultân"da çok duâ ediyordu. Yine bir defâsında geldi "Emîr Sultân"a. Fâtihalar okuyup, irsâl etti rûhuna. Kabirden şu nidâyı işitti ki: (Yâ Selîm! Üdhulû mülke Mısr'a, inşâllah âminîn.) Yâni buyurmuştu ki: (Yâ Selîm, inşallah siz, Bir emniyet içinde, Mısır'ı fethediniz.) Orada olanların hepsi duydu bu sesi. Yavuz Sultân Selîm'i tebrîk etti cümlesi.