"Cezâsını çekecek!" "Ahmed-i Bedevî"nin büyüklüğüne rağmen, Bunu idrâk etmiyen kimseler vardı hâlen. Bir vâlî var idi ki Mısır'ın bir şehrinde, Bulunurdu dâimâ bu zâtın aleyhinde. Şöyle ki, o zamanlar, o diyârda bir âdet, Vardı ki, bu güne dek gelmiştir en nihâyet. O âdet şu idi ki, bu evliyâ kişinin, Kabrinde, senede bir, mübârek rûhu için, Bir "Mevlid cemiyeti" tertîb ediliyordu. Ve buna, her taraftan çok kimse geliyordu. İşte bu mevlid için gelmek istiyenleri, Göndermezdi o vâlî, ona buğzun eseri. İmâm-ı Şârânî'nin vardı hem bir üstâdı. "Muhammed Şenâvî"ydi bu büyük zâtın adı. Vâlînin bu hâline üzülüp bu âlim zât, Nasîhat etmek için vâlîye gitti bizzât. "Ahmed-i Bedevî"nin çok büyük olduğunu, Söyledi, lâkin vâlî dinlemedi hiç onu. Yine düşmanlığına devam etti mâlesef. Muhammed Şenâvî'yse üzülüp etti esef. Ziyâret eyliyerek "Ahmed-i Bedevî"yi, Şikâyet etti ona, "dili sivri" vâlîyi. "Ey evlâdım, o bize dil uzatıyorsa şâyet, Elbette cezâsını çekecek, biraz sabret." Çok geçmemiş idi ki bu işin üzerinden, O vâlînin dilinde, bir yara çıktı birden. Sonra, bütün ağzına yayıldı ağır ağır. Konuşmaktan kesilip, oldu çok mutazarrır. Bir yara sebebiyle, elem çekti be gâyet. Hakîr ve zelîl halde, ölüp gitti nihâyet. Dil uzattığı için bu büyüğe o vâlî, Dilinde yara çıkıp, çok fecî oldu hâli. Hem "İmâm-ı Şârânî" nakleder ki şöylece: İmâm-ı Şenâvî'dir üstâdım benim önce. Âlim ve evliyâdan bir kişiydi kendisi. Tasavvufta dahî hem yüksekti derecesi. Beni talebeliğe kabûl ettiğinde ilk, "Ahmed-i Bedevî"nin kabrine önce gittik. Ziyâreti bitirip, tam dönerken geriye, Tanıttı beni hocam Ahmed-i Bedevî'ye. Arz etti ki: "Bu bizim sevdiklerimizdendir. Yüksek himmetinizle, bunu da edin tenvîr." Kabirden bir ses geldi, gâyet iyi anladım. Açıkça diyordu ki: "Peki, olur evlâdım." Beni de himmetine almış oldu bu velî. O an, kabrin üstünde göründü "nûrlu eli". Hemen benim elimi tutuverdi kuvvetle. Ben de öptüm o eli hürmet ve muhabbetle.