"Seyyid Ahmed Bedevî", gece gündüz ve her an, Hep Rabbini düşünür, çıkarmazdı yâdından. Onun muhabbeti ve heybetiyle, nihâyet, Kendisinden geçer ve edemezdi hareket. Gözlerini semâya dikerdi bir mahalde, Kırk gün veyâ daha çok, kalırdı aynı halde. "Ateş koru" gibiydi gözlerinin karası. Onu anlamamıştı kimsenin havsalası. Mübârek sîmâsında, var idi ki bir "Heybet", Bakmak için, kimsede olmazdı hiç cesâret. Yüzüne bakamazdı talebeleri bile. Zîrâ hep örter idi yüzünü "Peçe" ile. "Abdülmecid" adında, bir talebesi vardı. Hocasının yüzünü, çok görmek arzulardı. Bir gün dedi: (Efendim, mübârek yüzünüzü, Çok görmek istiyorum, açsanız örtünüzü.) Buyurdu ki: (Evlâdım, yüzüme bakamazsın. Ve eğer bakmış olsan, aslâ dayanamazsın. Bir can mukabilidir gözlerime bir nazar. Senin dahî canına mal olur, etme ısrâr.) Dedi: (Olsun efendim, bir kerecik göreyim. Gam değil, ondan sonra ölürsem de öleyim. Çünkü artık tâkatim kalmadı bu hasrete. Hiç olmazsa görüp de, gideyim âhirete.) "Peki öyleyse" deyip, kaldırdı örtüsünü. O âşık, bir kerecik görür görmez yüzünü, "Allah!" deyip düştü ve teslîm etti rûhunu. Hakîkaten bir bakış, canından etti onu. "Seyyid Ahmed Bedevî", yanına gelenlere, Teveccüh ediyordu, konuşmadan bir kere. Gelen kimse, ne kadar olsa da câhil biri, Geçerdi tek nazarla, bütün dereceleri. Senelerce riyâzet çekilerek erilen, Makamlara, bir anda kavuşurdu o gelen. Hiçbir şey konuşmadan, o kimse ile yine, Mutlak icâzetini verirdi kendisine. Bu büyük "Evliyâ"da, görüldü çok kerâmet. Herbiri anlatılsa, ciltlere sığmaz elbet. Denizden damla gibi, yazıp bir ikisini, Hâtırlamış olalım Hakk'ın bu velîsini. Bir kimse var idi ki, ona sevgisi olan, Sırtında süt kabıyla geçiyordu bir yoldan, "Seyyid Ahmed", eliyle edince bir işâret, Kap düştü, süt döküldü, üzüldü adam gâyet. Lâkin kabın içinden, yere "Ölü bir yılan", Düştüğünü görünce, sevindi adam o an. Zîrâ görmese idi o yılanı öylece, Zehirleneceklerdi o sütten âilece.