"Ahmed-i Bedevî"nin en yüksek talebesi, "Abdül'âl" doğduğunda, kundakladı annesi. Sonra da, bir iş için alıp gitti bir bağa. Kundağı yere koyup, başladı çalışmağa. O sırada bir "Boğa", o yere geldi birden. Annesinin haberi olmadı geldiğinden. Boynuzlu koca boğa, dolaşırken o bağı, Takıldı boynuzuna bebeğin kundak bağı. Çocuk, boynuz ucunda kalmıştı asılarak. Annesi bunu görüp, bayıldı çok korkarak. Köy halkı haber alıp, hep geldiler oraya. Lâkin mümkün değildi yaklaşmak o boğaya. Zîrâ o, etrâfında görünce çok insanı, Daha çok hırçınlaşıp, koşardı dört bir yanı. Korkudan kesilmişken insanların soluğu, Gâibden bir "El" gelip, alıverdi çocuğu. Yıllar geçti aradan, büyüdü bu "Abdül'âl". "Ahmed-i Bedevî"yi gördü ve oldu meyyâl. Çoğaldı günden güne, bu "Velî"ye sevgisi. Nihâyet oldu onun, en üstün talebesi. Artık ayrılmıyordu "Ahmed-i Bedevî"den. Ve uzak kalıyordu uzun müddet evinden. Lâkin buna, annesi hayli üzülüyordu. Zîrâ o, evlâdını artık göremiyordu. Sitem eder olmuştu "Seyyid" hazretlerine. Lâkin belli etmezdi bunu kendilerine. Kalben bunu anlayıp, Seyyid Ahmed Bedevî, O kadına, biriyle gönderdi şu haberi: (Vaktâ ki bu evlâdı, boğanın boynuzundan, Kurtulunca, ne kadar sevinmişti o bundan. O gün onu oradan, biz uzanıp almıştık. Allahın izni ile, ölümden kurtarmıştık. Şimdi de isteriz ki, kurtulsun âhirette. Ne için üzülüyor, sevinmeli elbette.) Kadın bunu duyunca, anladı hakîkati. "Ahmed-i Bedevî"ye çoğaldı muhabbeti. "Seyyid Ahmed Bedevî" ederdi çok nasîhat. Sözü tesir ederdi, dinliyene o saat. Buyurdu ki: (bir kulun "Takvâ"sı yoksa eğer, Hak teâlâ o kula, bir zerre vermez değer. Ve yine bir insanın, "Din ilmi" yoksa şâyet, Hak teâlâ indinde, bulamaz yine rağbet. İlmi olanın dahî, yok ise eğer "Hilm"i, Fayda vermez ona hiç, edindiği o ilmi. Mahlûkâta merhamet etmezse biri şâyet, Allahü teâlâ da, ona etmez merhamet. "Hâlis mü'min" odur ki, kaçınır her günâhtan. Kimseyi incitmeyip, çekinir kalp kırmaktan.)