İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Bağdat Câmiinde talebeye ders verirken ikide bir kalkıp kalkıp oturuyordu. Bu hâl, on-onbeş defa tekrarlanınca, talebeyi merak sardı. Dersten sonra, birisi vardı huzuruna: - Hocam, bir şey sorabilir miyim? - Tabii evlâdım, sor. - Ders esnâsında defalarca kalkıp oturdunuz. Hikmeti neydi acaba? Büyük İmâm îzah etti: - Bir "Seyyid çocuk" kapı önünde oynuyor, oyun îcâbı bâzan kapı önünden geçiyordu. Onun için kalkıp oturuyordum. - O seyyide hürmeten mi? - Evet. Bir evlâd-ı Resûl ayaktayken oturmak uygun olur mu evlâdım? Paraya elini sürmedi Bir gün de, câmiden çıkmış, evine giderken, gencin biri edeble yanaştı. Elinde "bir kese" tutuyordu. İmâm şefkatle baktı gence: - Buyur evlâdım. - Efendim, filân kişinin size selâmları var. - Aleyküm selâm. Sonra o keseyi uzatıp arz etti: - Bu altınları size gönderdi. Kabul etmenizi ricâ ediyor. İmâm elini sürmedi keseye. - Peki yavrum, onu şuraya bırak! Genç, "altın kesesi"ni bir kenara bırakıp, geri döndü. Az sonra, orta yaşlı biri geldi huzuruna: - Efendim, ben fakir bir kimseyim. Bir de çocuğumuz oldu. Bebeği sarmak için bez bile yok evimizde. - Paraya mı ihtiyâcın var kardeşim? - Evet hocam. Kenardaki keseyi gösterdi ona: - Şunu al. İçinde "altın" varmış. İhtiyâcını görürsün. Adam onu alıp, sevinçle uzaklaştı. Halbuki İmâm, kendi de yokluk içinde yaşıyordu o zamanlar. Elhamdülillâh Bir gün de Mekke'ye gelmişti. İnsanlar, akın akın gelip, dînî sualler sordular kendisine. Hepsine doyurucu cevaplar verdi. Yanında Onbin dirhem parası vardı. Tamamını dağıttı fukaraya. Tek dirhem bile kalmadı. Paralar bitince, bir "Oooh!" çekip; - Elhamdülillaah! dedi. İşte şimdi rahat ettim. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com