Hazret-i Mevlânâ'nın talebesinden biri, bir sene hacca gider.
Hanımı mübârek bir hâtundur.
Hazret-i Mevlânâ’yı çok sever.
Beyi hacdayken bir gün (helva) basar bir tepsiye.
Ve gönderir medreseye.
Hazret-i Mevlânâ, tepsiyi alır.
Yüzlerce talebesine dağıtır.
Doya doya yerler hepsi de.
Ama helva hiç azalmaz tepside.
Hazret-i Mevlânâ, bu sefer tepsiyi Beytullaha doğru uzatır.
Sonra talebelerine dönüp;
“Tepsiyi sâhibine gönderdim” buyurur.
O ara hanım medreseye gider.
Helva tepsisini ister.
Ama talebeler tepsiyi bulamazlar.
Nihâyet hac mevsimi biter.
Hacılar döner birer birer.
Hanımın beyi de avdet eder.
Kadıncağız adamın eşyalarını çıkarırken, o tepsiyi görür.
Çok hayret eder, ve;
“Efendi, ben bu tepsiye helva basıp medreseye göndermiştim. Burada ne arıyor?” der.
Beyi de şöyle anlatır:
“Biz çadırda oturuyorduk.
O ara bir tepsi uzatıldı içeriye.
Aldık ki, içi helva doluydu.
Üstelik de sıcacıktı.
Ama kim uzattı, göremedik.
Çok açtık, oturup bir güzel yedik.”
O vakit hakîkat ortaya çıkar.
Mevlânâ'ya sevgileri kat kat artar...