Ubeydullah-ı Ahrâr / "Çabuk çıkın evlerden!"

A -
A +

Evliyânın büyüğü, "Ubeydullah-ı Ahrâr", Taşkent'e gidiyordu, mevsim güzel, ilkbahar. Yolda akşam olunca, talebesinden olan, Birisinin evinde, misâfir oldu o an. Yatma vakti gelince, çağırıp talebeyi, Buyurdu ki: (Evlâdım, yanımda yat sen dahî.) "Peki efendim" deyip, çekildi bir kenara. Uykuya dalmıştı ki, bir ses duydu o ara. Tam gece yarısında, sordu ki mübârek zât: (Uyuyor musun, yoksa, uyanık mısın evlât?) Talebesi dedi ki: (Uyumuyorum şu an.) Ubeydullah-ı Ahrâr buyurdu ki o zaman: (Hemen kalk yatağından, burada durma artık. Topla eşyâlarını ve derhal dışarı çık. Ve uyandır acele, bu mahalle halkını. Herkes alsın yanına, kıymetli mallarını. Beni tâkîb ederek, peşimden gelin hemen.) Böyle deyip, sür'atle dışarı çıktı evden. Yöneldi bir tepeye, hızlı adımlar ile. Onu tâkîb ettiler, insanlar da hız ile. Tam tepenin üstüne toplanıp o insanlar, Dediler: (Niçin geldik buraya, bir şey mi var?) Onlar böyle söylerken, o anda birdenbire, Yukardan bir "Sel" kopup, iniverdi şehire. Önüne ne geldiyse, ağaç, kaya, ev, duvar. Alıp götürüyordu, helâk oldu çok mallar. "Sel", kısa bir zamanda harâb etti her yeri. Öyle ki, daha önce gelmemişti benzeri. Sellere kapılmaktan kurtulanlar, o gece, Onun kerâmetini anladılar böylece. O Hârikulâdeyi görünce böyle hepsi, O gün, cânü gönülden oldular talebesi. O zât buyuruyor ki: (İki tür "günâh" vardır. Birisi, Allah ile kullar arasındadır. İkinci tür günâhlar, kulların birbiriyle, Münâsebetlerinden olurlar tamâmiyle. Birinci tür günâhı, olsa da büyük, ufak, Ya cezâ verir, ya da, affeder cenâb-ı Hak. Kullar arasındaki günâhlara gelince, Bunlarda, kulların da hakkı vardır bir nice. Bu türlü günâhlarda, "Adâlet" olacaktır. Alacaklı, borçludan hakkını alacaktır. Lâkin geçmez orada, dünyâdaki paralar. Verilir "Sevap, ecir", yüklenilir "Günâhlar". Bir liralık hak için, yetmiş yıllık namâzın, Ecri, karşı tarafa verilir, varsa yarın. Yoksa, alacaklının günâhları alınır. Borçluya yükletilip, Cehenneme atılır.