"Ahmet Mirzâ" vardı ki, Semerkant sultânıydı. "Ubeydullah Ahrâr"a gönülden tam bağlıydı. Onun bir kardeşi de, "Sultân Mahmûd" adında, Hükümdârdı o dahî Semerkant yakınında. Bu sultân, birâderi "Ahmet Mirzâ"ya karşı, Toprağına göz dikip, arzu etti savaşı. Duyup "Ahmet Mirzâ" da, onun bu niyetini, "Ubeydullah Ahrâr"a arz eyledi hâlini. O dahî mektup yazıp, derhal "Sultân Mahmûd"a, Buyurdu ki: (Sana hiç yakışır mıydı bu da? Siz, iki kardeş olup, birer hükümdârsınız. Keşke birbirinize yardımcı olsaydınız. Ben îkâz ediyorum, seni sevdiğim için. Yoksa, sana dokunur netîcesi bu işin.) Çok îkâz ettiyse de, böyle "Sultân Mahmûd"u, O, yine vazgeçmeyip, topladı büyük ordu. Yürüdü pervâsızca, geldi muhâsaraya. Bundan, çok korku geldi, sultân "Ahmet Mirzâ"ya. Zîrâ birâderinin, çok üstündü ordusu. Buydu "Ahmet Mirzâ"nın endîşesi, korkusu. "Ubeydullah Ahrâr"a, bunu da arz ederek, Dedi ki: (Bu orduya, imkânsız güç yetirmek.) Buyurdu ki: (Hiç korkma, olma sakın ümitsiz. Allahın izni ile, biz bu işe kefîliz.) Ve nihâyet başladı, çok şiddetli bir savaş. Düşman ilerliyordu şehire yavaş yavaş. Gerçekten çok üstündü kardeşinin kuvveti. Bir anda kırmışlardı, karşı mukâvemeti. Tam gireceklerdi ki düşmanlar Semerkant'a, Kuvvetli bir "Kasırga" kopuverdi bir anda. Öyle şiddetliydi ki, göz gözü görmüyordu. Düşmanlar, birbirini vurup öldürüyordu. Askerler, atlarıyle başladı devrilmeye. İmkân yoktu, bir adım bile ilerlemeye. Hattâ o askerlerin, öyle oldu ki hâli, Havaya uçarlardı "Kuru yaprak" misâli. "Ana-baba günü"ne dönmüştü sanki meydan. Hiç kimse, diğerini görmezdi toz dumandan. "Kasırga"nın şiddeti, gittikçe artıyordu. Atlar, sâhiplerini çiğneyip kaçıyordu. En son, "Sultân Mahmut" da, kaçtı harp meydanından. Ordusu da toplanıp, kaçtılar hep ardından. "Ubeydullah-ı Ahrâr" buyurdu ki: (Ey Ahmed! Geç ordunun başına, kaçanları tâkîb et.) Koşturup, altı fersah peşlerinden gittiler. Çok düşman askerini, kılıçtan geçirdiler. Himmet ve yardımıyle "Ubeydullah Ahrâr"ın, Yine muvaffakiyyet oldu "Ahmet Mirzâ"nın.