Bir talebesi vardı, "Ubeydullah Ahrâr"ın. Yıllarca sohbetinde bulunmuştu bu zâtın. Yanına çağırarak bir gün bu talebeyi, Sordu: (Düşünmez misin, memlekete gitmeyi?) Arz etti ki: (Efendim, bir mecbûriyet hâriç, Yanınızdan ayrılıp gitmeği istemem hiç.) Buyurdu ki: (Evlâdım, Horasan'a git hemen. Sıkıntı veriyorlar bana baban ve annen.) "Peki efendim" deyip, gitti o Horasan'a. Söyledi bunu aynen, anne ve babasına. Onlar bunu duyunca, ağladılar bir nice. Zîrâ hatâlarını anladılar iyice. Dediler: (Biz beş vakit namâzı müteâkip, Ubeydullah Ahrâr'a, biraz teveccüh edip, Ve duâ ederdik ki peşinden Rabbimize: Artık izin versin de, göndersin seni bize.) O dahî çok ağlayıp, gitmeye aldı izin. Kavuştu üstâdına, bir daha dönmeksizin. Yine bu büyük zâtı sevenlerden birinin, Bir "Hizmetçi kölesi" var idi, gâyet emîn. Bir gün nasıl olduysa, kaybetti kölesini. Aradı Semerkand'ın her ücrâ köşesini. Gezerken yine onu aramak gâyesiyle, "Ubeydullah Ahrâr"ı gördü talebesiyle. Atının dizginini tutarak gidip derhal, Ağlayıp, arz etti ki: (Böyledir işte ahvâl. O benim her şeyimdi, artık siz bilirsiniz. Bu derdimi, ancak siz halledebilirsiniz.) O, eliyle gösterip köylerden birisini, Buyurdu: (Aradın mı, şu köyde kendisini?) "Hayır" deyip, doğruca o köye vardı hemen. Ve buldu kölesini, o köyde hakîkaten. Su dolu bir testiyle, şaşkın oturuyordu. Yaklaşıp, "Neredeydin?" diyerek ona sordu. Dedi: (Evden dışarı çıkmıştım ki bir ara, Bir atlı beni tutup, kaçırdı uzaklara. Sonra da, "Köle" diye birine sattı beni. Günlerdir görüyordum o zâtın hizmetini. Bir gün de göndermişti, ırmaktan su almağa, Şu testiyi alarak, gitmiştim o ırmağa, Doldurup, tam geriye dönecektim ki, birden, Kendimi burda buldum, şaşırdım hayretimden. "Rüyâ mı görüyorum, uyanık mıyım?" diye, Hayret içerisinde dalmıştım düşünceye. İşte bu şaşkınlıkla, bu yerde otururken, Sizin geldiğinizi farkettim tâ ilerden.) O kişi öğrenince, işin hakîkatini, Anladı o "Velî"nin büyük kerâmetini.