Peygamber Efendimiz "aleyhisselâm" Eshâbiyle bir bahçede oturmuş yemek yiyorlardı ki, bir cariye geçti oradan. Harpte esir alınan kadın kölelere "Cariye" denirdi. Bu kadın, Efendimizin önüne gelip; - O yediğinden bana da ver! deyiverdi. Resûlullah Efendimiz önündeki yemekten bir lokma alıp, uzattılar kadına. Lâkin o; - Hayır, onu istemiyorum, dedi. - Ya ne istiyorsun? - Ağzında çiğnediğin lokmadan istiyorum. Efendimiz yine kırmayıp, istediğini verdiler. Kadın, Resûlullahın elinden o lokmayı alıp da yediği anda hâlinde âni bir değişiklik oldu. O edebsiz hâli gidip, mahcûbiyet kapladı yüzünü. Yaptığına pişman oldu ve önüne bakarak süratle uzaklaştı oradan. O günden sonra "edeb hayâ" timsali bir hanım oldu. Öyle ki, edeb ve terbiyesiyle parmakla gösteriliyordu o havâlide... RABBİM DAHA ŞEFKATLİ Yine câhiliyet devrinde Arabistan'da "vahşî bir âdet" vardı ki, doğan kız çocuklarını diri diri kuma gömerlerdi. Bir karı koca da yeni doğmuş kız çocuklarına aynı şeyi yapmışlardı. Ama ikisi de îman edince, o yaptıklarını hâtırlayıp, gözyaşı dökerlerdi. Efendimiz, onların hâline vâkıf olunca, birlikte o bebeğin gömüldüğü yere gidip, o çocuğa ismiyle hitâb ettiler: - Ey filâne! - Buyur yâ Resûlallah! - Ey kızım! Annen baban senin için gözyaşı döküyorlar. İster misin ki duâ edeyim, dirilip annene babana kavuşasın? Cevap menfî idi: - İstemem yâ Resûlallah. İyi ki dünyâdan kurtulmuşum. Ben Rabbimi, onlardan daha merhametli buldum, diyordu. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com