Evliyâ-yı kirâmın büyüklerinden idi. Altmış yıl, insanları Hakk'a dâvet eyledi. Resûl'ün kalbindeki ilim, feyiz ve nûrlar, Kalpten kalbe akarak, ona vâsıl oldular. O da, "Abdülhâlık-ı Goncdüvânî"ye aynen, Bunları aksettirip, yükseltti onu mânen... Eline her ne geçse, verirdi muhtâçlara. Herkese şefkat edip, ağlardı ara ara. Vardı ki ders verdiği yüzlerce talebesi, Yetişip büyük âlim, evliyâ oldu hepsi. Bir yandan, insanlara verip öğüt, nasîhat, "Mânevî dertleri"ne, sağlardı çok menfaat. Bir yandan da, ilâçlar yaparak ağrılara, Şifalar sunuyordu "maddî hastalıklar"a. Mahlûkâtın hepsine, şefkat gösteriyordu. Gayri müslimlere de nasîhat ediyordu. Fakirlere, zenginden verirdi fazla kıymet. Dünyâya, zerre kadar vermezdi ehemmiyet. Evinde bir "Hasır"ı, bir "İbrik", bir "Keçe"si, Bir de, yemek yapacak vardı bir "Tencere"si. "Yûsüf-i Hemedânî", Cumâ günleri hâriç, Hânesinde oturur, çıkmazdı dışarı hiç. Yine böyle evdeyken, bir Cumâ hâricinde, Dışarı çıkmak için, istek doğdu içinde. Bu arzusu, o kadar çoğaldı ki bu defâ, Merkebine binerek, yöneldi bir tarafa. Hayvanın yularını, salıp kendi hâline, O nereye giderse, gidiyordu o yöne. Hayvan, çıktı şehirden ve girdi bir vâdiye. O ise düşünürdü: "Bir hikmeti var" diye. Yürüdü o vâdide bir hayli uzun yollar. Bir mescidin önüne gelince, kıldı karar. Merkebinden inerek, giriverdi mescide. Gördü, bir talebesi oturur içeride. O girince, bir sevinç kapladı talebeyi. Dedi ki: "Teşrîfiniz ne kadar oldu iyi. Zîrâ bir derdim vardı, ben halledemiyordum. Sizin teşrîfinizi, dört gözle bekliyordum. Az önce duâ edip, sığındım Yaradan'a. Ki, zât-ı âlînizi göndersin hemen bana." Sonra da, arz eyledi hocasına derdini. Öğrendi halletmenin yol ve çârelerini. Buyurdu ki: "Evlâdım, tammış ki sadâkatin, Muhabbet bağı ile, bizi çekip getirttin. Ve lâkin bundan sonra, düşerse başın dara, Sen gel de, bizi böyle yorma tâ buralara." "Şiirlerle Menkıbeler" kitap haline getirildi: Tel: 0212 432 77 94