"Yüzünüz ak olsun!"

A -
A +

"İkiyüzkırkbin" Haçlı, "altmışbin" Türk'e karşı, Başladı "Kosova"da büyük meydan savaşı. Cenk, sabah başlamıştı, ikindiye varmadan, Tam "ikiyüzbin" kâfir geçirildi kılıçtan. Hattâ meşhur ve mağrur Sırp Kralı "Lazar" da, Ölüler arasında bulundu bu arada. Gâzilerin "Yâ Allah!" diye haykırışları, Küffârın "Hurrâ hurrâ" diye bağırışları, Kılıç kalkan sesiyle at kişnemelerine, Karışarak, dağlarda yankılanırdı yine. Murat Hüdâvendigâr, kumanda çadırından, İdâre ediyordu bu savaşı an be an. İkiyüzbin kâfirin imhâ edilişini, Görünce, kısa bir an sevinç sardı içini. Ve lâkin o yine de üzgün görünüyordu. Beyaz atı üstünde, pek dalgın duruyordu. Sevinmesi lâzımdı halbuki bu zafere. Büyük bir hezîmete uğramıştı kefere. Evet, bu yaşa kadar çok savaşlar yapmıştı. Sayısız zaferlere imzâsını atmıştı. Yâni şan ve şerefe doymuş idi hülâsa. "Kanıksamış" mı idi bu zaferi o yoksa? Fakat bu durgunluğu, buna benzemiyordu. Bunu, paşalar bile çok merak ediyordu. Onun, bu kadar derin bir düşünce içine, Daldığına, hiç şâhit olmamışlardı yine. Onun bu sükûtuna mânâ veremiyerek, Sormaya da cesâret edemiyorlardı pek. Babası Osmân Gâzi vefât ettiği zaman, Otuzdört yaşlarında olmuştu genç bir Sultân. Şimdilerdeyse yaşı, olmuştu altmışyedi. Fakat gücü kuvveti tamâmen yerindeydi. Bembeyaz sakalları olmasaydı, gerçekten, Bir delikanlı gibi gençti ve dinçti hepten. Mehter, zafer marşları başlayınca çalmaya, Yürümeye başladı attan inip otağa. Çadırına girince geçip tahta oturdu. Fakat durgundu yine, bir şey konuşmuyordu. Çandarlı Ali Paşa, sabrı tükendiğinden, Bütün cesâretini toplayıp sordu birden. (Sultânım, cür'etimi lütfen bağışlayınız. Böyle sevinçli günde, ne için gamlısınız? Bu hâliniz, bizi de derin kedere boğdu. Canınızı sıkacak bir hatâmız mı oldu?) Murat Hüdâvendigâr, dedi ki: (Hayır Paşa. Görmedim hiç kimsede bir hatâ kusur, hâşâ. Hepiniz bu devlete pek çok hizmet ettiniz. Yârın rûz-i mahşerde, ak olsun yüzleriniz.)