Zünnûn-i Mısrî "rahmetullahi aleyh" / Söz dinlemek

A -
A +

"Zünnûn" hazretlerinin bir talebesi vardı. Maddî sıkıntı çekip, bir hayli eli dardı. Geldi bir gün "Zünnûn-i Mısrî" hazretlerine. Geçim sıkıntısını arz etti kendisine. "Eşkıyâlık yap!" dedi, o büyük zât cevâben. O dahî "Peki" dedi, hiç tereddüt etmeden. Düşündü ki: "Üstâdım böyle dedi mâdem ki, Böyle buyurmasının, var elbet bir hikmeti." Çıktı bir dağ başına daha sonra çabucak. Merakla beklerdi ki, bu iş nasıl olacak? Bir eşkıyâ çetesi, onu görüp o dağda, Sordular ki: (Ey kişi, ne ararsın burada?) Dedi: (Dağa çıktım ki, yapayım eşkıyâlık.) Dediler: (Öyle ise, bizdensin sen de artık.) Onu da yanlarına alıp o eşkıyâlar, Dediler ki: (Bu bizim, çok işimize yarar.) "Kervan nasıl soyulur ve nasıl yol kesilir?" Bunları, kendisine öğrettiler hep bir bir. Hattâ "Adam öldürmek", "Kılıçla baş uçurmak", Onu da, kendisine öğrettiler çabucak. Eşkıyâların başı dedi ki sonra hemen: (Biraz sonra, bir kervan geçecek bu bölgeden. Biz, saldırıp hepsinin malını alacağız. Sonra o insanları, iple bağlıyacağız. Sen, o zaman kılıçla, bir yerde duracaksın. Biz işâret edince, onlara vuracaksın.) Az sonra kervan gelip, orda konakladılar. Eşkıyâlar saldırıp, mallarını aldılar. Sonra o mâsumların, bağlayıp herbirini, Ona da dediler ki: (Haydi, göster kendini!) Düşündü ki: "Günâhsız mâsumları öldürmek, Allah'ın rızâsına muhâlif olsa gerek. Eşkıyâlık yap! diye emretti hocam, ama, Yine de ben sorayım bunu şimdi hocama." "Hocası"nı düşündü sonra kısa bir zaman. Kendisine görünüp, "Zünnûn-i Mısrî" o an, Buyurdu: (Vurma sakın, mâsumların başına. Kaldırdığın kılıcı, indir çete başına!) Alınca hocasının bu "mânevî emri"ni, Kopardı bir darbede haydudun kellesini. Bu müthiş manzarayı, diğerleri gördüler. "Yardım geldi" zannedip, o yeri terk ettiler. Ve hemen bağlarını çözüp kervancıların, Can ile mallarını kurtardı mâsumların. Kervancılar dedi ki: (Hızır mısın, kimsin sen? Kurtardın cümlemizi, eşkıyânın elinden.) Bir deveyi, yüküyle hibe ettiler ona. Böylece vedâ etti geçim sıkıntısına.