Abdülkâdir Geylânî hazretleri

A -
A +

Abdülkâdir Geylânî (kuddise sirruh), Peygamber Efendimizin soyundan olup, hem şerîf (ya'nî Hasan Efendimizin soyundan), hem de seyyid (ya'nî Hüseyin Efendimizin neslinden)dir. Büyük İslâm âlimlerinden ve evliyânın meşhûrlarından olan Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi aleyh), 1077(h. 471)'de Îrân'ın "Geylân" şehrinde doğmuş, 1166(h. 561)'da "Bağdat"ta vefât etmiştir. Abdülkâdir Geylânî'nin (rahimehullah) hayâtını ve menkıbelerini anlatan pekçok eser yazılmıştır. "Muhyiddîn", "Sultân-ı Evliyâ", "Gavs-ı A'zam", "Kutb-i A'zam", "Kutb-i Rabbânî" gibi lakaplarla anılan Abdülkâdir Geylânî (kuddise sirruh), zamanının imâmı olup, asrının kutbu, o zamanda yetişen evliyânın en üstünü idi. İlim ve amelde eşi ve benzeri pek az bulunurdu. Kâdiriyye yolunun kurucusu ve büyük bir "mürşid-i kâmil" olan Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin pekçok kerâmetleri görülmüş, o, ma'nevî sâhada çok yüksek makamlara kavuşmuştur. Kerâmetleri günümüze kadar, hem de mütevâtir olarak nakledilmiştir. Önceleri Şâfiî mezhebinde iken, Hanbelî mezhebinin ortadan kalkmak üzere olduğunu görerek Hanbelî mezhebine geçmiş, böylece bu mezhep de yayılmıştır. İlim öğrenmeye başlaması Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Küçüktüm. Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim. Öküz ile tarlayı sürüyordum. Bir ara "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" diye bir ses duydum. Korktum, hemen eve döndüm ve anneme gidip; "Beni, Hak teâlânın yolunda bulundur ve izin ver Bağdat'a gidip ilim öğreneyim" dedim. Annem sebebini sorunca, işittiklerimi anlattım. Annem ağladı, babamdan mîrâs kalan 80 altının 40 tanesini kardeşime ayırıp kalanını da koltuğumun altına dikip gitmeme izin verdi. Doğruluktan ayrılmamam için benden söz aldı; beni Bağdat'a uğurladı; "Haydi oğlum, Allah sana selâmet versin. Allah için senden ayrıldım. Kıyâmete kadar da bir daha yüzünü göremem" dedi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri (kuddise sirruh), önce doğduğu yer olan Geylân'da ilim öğrenmeye başladı. Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Daha sonra Bağdat'a gidip, zamanın meşhûr âlimlerinden "Hadîs", "Fıkıh", "Tasavvuf" vb. ilimlerin tahsîline devâm etti. Tahsîlini tamâmladıktan sonra va'z ve ders vermeye başladı. Derslerine devâm edenler arasında pekçok âlim ve sâlih kimse yetişti. Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehidlik derecesine yükseldi. Bir ara va'z ve ders vermeyi bırakıp, yalnızlığı tercîh ederek, inzivâya çekildi. Bütün vakitlerini ibâdet ve nefis mücâdelesiyle geçirdi. Bir müddet bu hayâta devâm eden Abdülkâdir Geylânî, tekrâr ders, va'z ve fetvâ vermeye başladı. İki mezhepte de fetvâ verirdi. Pekçok kimse onun sohbetleri ile olgunlaştı; beş yüz Yahûdî ve Hıristiyân onun huzûrunda Müslüman oldu. Kırk sene ders verdi Onüç çeşit ilim ve fende, tam kırk sene ders verdi. Tasavvufta en yüksek dereceye ulaştı. Tasavvuftaki yoluna, onun ismine izâfeten "Kâdiriyye" adı verildi. Ondan ilim ve feyz alan binlerce talebesi çeşitli memleketlere giderek İslâmiyeti anlattılar. Konuşması gâyet açık ve pek te'sîrliydi. Sorulan zor suâlleri, râhatlıkla, doyurucu bir tarzda cevaplandırırdı. İlmi ile amel ederdi. Her gün yüzlerce (hattâ bin) rek'at namaz kılar, Müzzemmil ve Rahmân sûrelerini okurdu. İhlâs sûresini en az yüz kere okur, her farz namazdan sonra hatim okumaya devâm ederdi. Bütün güzel huylar sanki kendisinde toplanmıştı. Az konuşur, çok susardı. Kim olursa olsun, kapısını çalan herkesi kabûl eder, geri çevirmezdi. Cuma günü hâriç, evinden dışarı çıkmazdı. Merhametsiz bir kimse onu görünce kalbi yumuşar, korku ve heybet hissederdi. Zayıflara yardım eder, fakîrleri doyurur, misâfirsiz gece geçirmezdi. Kendisine kötü davrananları affeder, köleleri satın alarak âzâd ederdi. Doğruyu söylemekten aslâ çekinmezdi. Zamanın Halîfesi, Saîd isminde birini kâdî ta'yîn edince, minberde; "Müslümanlara en zâlim birini kâdî ta'yîn ettin. Yarın âlemlerin Rabbî huzûrunda bakalım ne cevap vereceksin?" diye haykırdı. Orada bulunan Halîfe, bu doğru sözü işitince çok ağladı ve hemen adı geçen kâdînın vazîfesine son verdi. Çocukluğunda eşkıyayı ıslâh etmesi Çocukluğunda bile, nasıl insanların ıslâhına vesîle olduğuna dâir, kendisinden naklen bir hâdise anlatalım: "Küçük bir kâfile ile Bağdat'ın yolunu tuttum. Hemedân yakınlarında eşkıyâ yolumuzu kesti. İçlerinden biri; "Ey fakîr! Senin bir şeyin var mı?" dedi. Kırk altınımın olduğunu söyledim. İnanmadı; alay ettiğimi zannederek bırakıp gitti. İkincisi gelince, ona da aynı cevâbı verdim. İki eşkıyâ, reîslerine gidip durumu anlattılar. Reîs beni çağırdı; yanına gittim; paran var mıdır? dedi. Kırk altınım olduğunu söyleyince, dediğim yeri söküp, altınları çıkardılar. Reîsleri; "Niçin doğru söyledin?" deyince; "Anneme doğru olmak için söz verdim. Hıyânet edemem" diye cevâp verdim. Eşkıyânın reîsleri bu sözleri duyunca çok ağladı. "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp yetiştirene verdiğim söze hıyânet ediyorum" dedi. Tövbe etti. Kâfilede bulunan diğer eşkıyâ da tövbe edip aldıkları malları geri verdiler." Abdülkâdir Geylânî (kuddise sirruh), Bağdat'ta vefât etti. Cenâze namazını kılmak üzere görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı. Bağdat'ta defnedildi. [Cenâb-ı Hak, kabr-i şerîfini ziyâretle şereflenmeyi ve şefâatine nâil olmayı nasip buyursun.]

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.