Son zamanlarda, bazı kimseler, akıl ile vahyi kendilerine göre mukâyese etmekte, bunlar hakkında nakle dayanmayan, akl-ı selîme de uymayan, indî ve gelişigüzel sözler söylemektedirler. Bu münâsebetle biz, bu makâlemizde, birer nebze "akıl" ile "vahiy"den bahsedeceğiz. Aklın mâhiyeti Cenâb-ı Hak, diğer vücûd uzuv(organ)larımızın üstünde bulunan aklı, esâs itibâriyle hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt eden bir meleke olarak yaratmıştır. Zâten iyiyi, kötüden ayırabilen akla "akl-ı selîm" denir. Fakat hemen belirtmek lâzımdır ki, akıl yalnız başına, faydalı-zararlı şeyleri, genellikle ma'neviyyâtı anlayamamaktadır. Şu bir vâkıadır ki, hak ile bâtıl, iyi ile kötü, ancak, bütün mahlûkâtı yoktan var eden Allah'ın bildirmesiyle bilinip anlaşılabilmektedir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, insanların, akıllarından faydalanmaları için, Peygamberleri, dîn ışığını yaratmıştır. Kullarına çok acıyıp, onların râhat ve huzûr içerisinde yaşamalarını istediğinden, her asırda insanlar arasından seçtiği en üstün, en iyi kimseleri Peygamber yapmış, bunlara kitaplar göndererek huzûr ve saâdet yolunu göstermiştir. Peygamberler, dünyâ ve âhirette râhat etme yolunu bildirmeselerdi, şüphesiz ki akılla bulunamazdı. Sâdece akla uymak gecenin koyu karanlığında, bilinmeyen yerlerde, pervâsızca yürümeye ve engin denizde, acemî kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her an uçuruma, girdâba düşebilirler. Nitekim felsefeciler ve her şeyi tecrübeleri, hayâlleri ile îzâha kalkışan materyalistler (maddeciler), akılları dışında bulunan konulardaki sözlerinin çoğunda yanılmışlardır. Şunun net bir şekilde bilinmesi lâzımdır ki, dînimizde akla uymayan hiçbir şey yoktur, fakat aklın ermediği şeyler çoktur. Âhiret bilgileri ve Allâhü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve O'na ibâdet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak bilinebilseydi, binlerce Peygamber gönderilmezdi. Vahyin tarifi ve vahiy şekilleri Allahü teâlâ, bütün dünyâya, en son Peygamber olarak ve kıyâmete kadar da değiştirmemek üzere, Muhammed aleyhisselâmı göndermiştir. Her Peygamber gibi son "Nebî" ve "Resûl" olan Muhammed aleyhisselâm da, akıl ile bulunacak dünyâ işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir. Şimdi gelelim "Vahy"e: Sözlükte, "sür'atli işâret, yazı yazmak, gizli söz, ilhâm" gibi ma'nâlara gelen "Vahiy", ilmî bir ıstılâh (terim) olarak "Allahü teâlânın dilediği şeyleri, emir ve yasaklarını, dilediği şekilde Peygamberlerine bildirmesi" demektir. Allahü teâlâ, dünyâya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber Hazret-i Âdem'den Resûlullah Efendimize kadar bütün Peygamberlerine vahiyde bulunmuştur. Usûl-i tefsîr kitaplarında belirtildiği üzere, Cebrâîl aleyhisselâm, vahyi getirirken ba'zan insan şekline girer ve Eshâb-ı kirâmdan çok güzel yüzlü olan Dıhye-i Kelbî'nin sûretinde gelirdi. Ba'zan vahyi, Peygamber aleyhisselâmın kalbine ilkâ ederdi, yerleştirirdi; bu durumda Resûlullah Efendimiz, meleği görmezdi. Cebrâîl aleyhisselâm, birkaç defa da kendi şekil ve sûretinde geldi. Başka vahiy şekilleri de vardır. Allahü teâlâ, meleksiz ve perdesiz, ya'nî hiç bir vâsıta olmadan da Peygamber Efendimize vahyetmiştir. Meselâ böyle bir hâl, Mi'râc gecesinde vâki olmuştur; Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi, bu gecede vahyolunmuştur. Resûlullah Efendimiz sağlığında, gelen vahiyleri, vazîfelendirdiği kâtiplerine yazdırdı. Aynı âyet-i kerîmeyi, aynı anda birçok kimsenin yazdığı da olurdu. İlk gelen vahiy Peygamber Efendimiz 40 yaşında iken, bir gün, Mekke-i mükerreme'deki Hırâ mağarasında tefekküre dalmıştı. Mîlâdî 610 senesinde Ramazan ayının 17. (Pazartesi) gecesi, gece yarısından sonra uyanık iken, Cebrâîl aleyhisselâm insan sûretinde gelip bazı karşılıklı konuşmaları müteâkıp "(Ey Habîbim! Her şeyi) yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı alakdan (pıhtılaşmış kandan) yarattı. Oku, Rabbin büyük kerem sâhibidir. O kalemle öğretir; insan(lar)a bilmediklerini öğretir" meâlindeki "Alak sûresi"nin ilk beş âyet-i kerîmesini getirdi. Resûlullah Efendimiz de onunla beraber okudu. Sonra Cebrâîl aleyhisselâm; "Yâ Muhammed! Allahü teâlâ sana selâm söylüyor ve senin için; "Sen, benim, insan ve cinnîlere Peygamberimsin. Onları kelime-i tevhîde (lâ ilâhe illallah demeye) dâvet et!" buyuruyor dedi." Sevgili Peygamberimize, peygamberliğinin bildirildiği ilk vahiy, işte böyle gelmişti. Kur'ân-ı kerîm, Peygamber Efendimize bir defada, toptan gelmeyip, lüzûmuna ve hâdiselere göre, âyet âyet, bâzen sûre sûre nâzil oldu. Kur'ân-ı kerîm, takrîben 23 senede tamamlandı. Diğer semâvî kitaplar ise birer defada indirilmişlerdir. Resûlullah Efendimiz, kendisine indirilen âyet-i kerîmeleri ezberler ve aslâ unutmazdı. Nitekim "A'lâ sûresi"nin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen, "Sana (Cebrâîl'in öğreteceği üzere) Kur'ân-ı kerîmi okuyacağız ve sen hiç unutmayacaksın" buyurulmuştur. Resûlullah Efendimiz, kendisine gelen âyet-i kerîmeleri, Eshâb-ı kirâmına da okur, onlar da ezberlerdi. Gelen vahyi, emrindeki husûsî vahiy kâtiplerine de yazdırır, her âyet-i kerîmenin hangi sûreye yazılacağını bildirirdi. Vahiy kâtiplerinin sayısı 42'yi bulmuştur; bunlar sahâbe-i kirâmın en önde gelen sîmâlarıdır. Cebrâîl aleyhisselâm her sene bir kere gelip, o zamana kadar inmiş olan Kur'ân-ı kerîmi, levh-i mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamberimiz de dinler ve tekrâr ederdi. Resûlullah Efendimizin âhirete teşrîf edeceği sene iki kere gelip tamâmını okudular.