Bilindiği gibi, müslümânlara ve bütün insanlara nasîhat etmek, doğruyu göstermek ve öğretmek, bütün Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetidir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, bütün Peygamberlerini nasîhat edici olarak gönderdiğini bildirmiştir. Müslümânlara nasîhat; onlara şefkatli olmak, büyüklerine hürmet ve hizmet, küçüklerine merhamet göstermektir. Onların sıkıntılarını gidermek ve kendilerini saâdete çağırmaktır. Bütün insanların İslâmiyeti sevmeleri için nasîhat; onları îmâna da'vet etmek ve küfrün kötülüğünü anlatmaktır. İkinci Halîfe Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) buyurdu ki: "Kusûrlarımı bana gösteren kişiye, Allahü teâlâ rahmet etsin!" Emevî halîfelerinden büyük âlim ve velî Ömer bin Abdülaziz hazretleri, bir zâta, "Bende olan hoşlanmadığın şeyleri bana söyle! Kişi, arkadaşının beğenmediği şeyleri onun yüzüne söylemedikçe, nasîhat etmiş olmaz" buyurdu. Abdullah bin Vehb (rahmetullahi aleyh) de buyurdu ki: "Kişinin, beğendiği şeyi, başkası için de beğenmesi güzel olur. Kendisine faydası olmayanın, başkasına faydası olmaz." NASÎHAT NASIL OLMALIDIR? Emr-i ma'rûf, dînimizin emir ve yasaklarını, insanlara nasîhat ederek anlatmak demektir. Emr-i ma'rûf iki şekilde olur: 1-Lisân-ı kâl ile yapılan emr-i ma'rûf, 2-Lisân-ı hâl ile yapılan emr-i ma'rûf. Söz, yazı ve her çeşit neşir vâsıtasıyle yapılan emr-i ma'rûf lisân-ı kâl ile yapılan emr-i ma'rûfu ifâde eder. Lisân-ı hâl ile emr-i ma'rûfu, her müslümân yapabilir ise de, lisân-ı kâl ile yapılan emr-i ma'rûfun bazı şartları vardır. Böyle emr-i ma'rûfu yapan kimsenin, kültürlü olması, şahısların seviyelerine göre hitâp edebilmesi, halkın örf ve âdetlerini göz önünde tutması, kânûnlara riâyeti dikkate alması, fitneye sebep olacak söz ve davranışlardan kaçması îcâb eder. Lisân-ı hâl ile emr-i ma'rûfu her müslümân yapabilir dedik. İsminden de anlaşılacağı gibi, lisân-ı hâl ile emr-i ma'rûf, müslümân bir kimsenin hâl ve hareketleri, güzel davranışları ile çevresinde meydâna getirdiği te'sîrden, kendiliğinden doğan bir nasîhat şeklidir. Kısacası lisân-ı hâl ile nasîhat yolunun esâsı, hâl ile, İslâmın güzel ahlâkına uyarak nümûne olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kânûnlara uymak, vergilerini, borçlarını ödemek, en te'sirli, en fâideli şekilde nasîhat etmek olur. Bunun içindir ki, atalarımız "Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden daha üstündür" buyurmuşlardır. Görüldüğü gibi, İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşamak, emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmaktır. Mühim bir farzı îfâ etmektir; ya'nî ibâdet etmektir. Müslümânlar arasında bölücülük yapmak, onları zarara sokmak, fakîrliği, zenginliği, işsizliği istismâr ederek halkın huzûrsuzluğunu artırmak, devâmlı karamsar tablo çizmek, iyilikleri değil, hep kötülükleri görmek, anarşiye sebep olmak, fitne çıkarmak demektir ki, büyük günâhtır. Fitneye sebep olacak nasîhati yapmamalıdır. Gücü, kuvveti, salâhiyyeti olan nasîhat etmez ise, "Müdâhene" olur ki, bu harâmdır. Gücü yettiği hâlde, fitne çıkarmamak için nasîhat etmezse, "Müdârâ" olur ki, bu câizdir; hattâ müstehap olur. Güç kullanarak, hakkını aramak, kötülükleri önlemeğe çalışmak devletin vazîfesidir. Herkes kendi hakkını kendi almağa çalışırsa anarşi doğar. Alay edenlere, zarar yapacaklara nasîhat verilmez. Nasîhat birinin yüzüne karşı olmamalıdır. Kimse ile münâkaşa etmemelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "İnsanlara müdârâ için gönderildim." Dîni ve dünyâyı korumak için dünyâlık vermeğe "Müdârâ" denir. Dünyâlık ele geçirmek, koltuk kapmak için dîni vermeğe, dîni istismâr etmeğe ise "Müdâhene" denir ki harâmdır. Tatlı dilli olmak, iyilik yapmak, dünyâlık vermek olur. Müslümânların büyük günâhlarını görünce örtmek lâzımdır. Sû-i zan ederek söylemek daha büyük günâhtır. BÜYÜK ÂLİM HASAN-İ BASRÎ'NİN, DEVLET BAŞKANINA BİR NASÎHATİ Tâbiînin en büyüklerinden olan Hasan-i Basrî hazretlerinin, az evvel isminden bahsettiğimiz "Ömer-i sânî ve halîfe-i hâmis: 5. Halîfe" sıfatlarıyla anılan âdil halife Ömer bin Abdülaziz (rahmetullahi aleyh)'e bir nasîhati şöyledir: "Ey mü'minlerin emîri! Bil ki, Allahü teâlâ, halîfeyi, zâlimlere, haksızlıklara mâni olucu, zayıflara yardımcı, darda kalanlara destek olarak yaratmıştır. Kendi malını nasıl korur ve evlâdına nasıl şefkatli davranırsa, halka da öyle davranır. O, bedendeki kalp gibidir. Uzuvlar onun iyi olmasıyla iyi olur, bozulmasıyla bozulur. Halîfe, Allahü teâlâya itâat eder. Emrindeki halkı da ona itâate sevk eder. Rabbimiz, kötülüklerden sakınılması için cezâlar emretti. Bunu uygulayacak olanların suç işlemesi yakışır mı? Ölümü, ölüm anında yakınlarının sana yapacakları yardımın azlığını ve ölümden sonrasını düşün. Ölüme ve ondan sonrasına hazırlık yap. İyi bil ki, ölümü müteâkip bir yere gireceksin. Orada uzun müddet kalacaksın. Dostların seni yalnız bırakacak, tek başına orada kalacaksın. Kişinin kardeşinden, ana-babasından, çoluk-çocuğundan kaçacağı günde, sana yardımcı ve dost olacak şeyi hazırla. Herkesin diriltilip gizli olan şeylerin ortaya çıkarılacağı günü hâtırla. Artık o zaman bütün sırlar açılmış olacaktır. Ecel gelip çatmadan ve fırsat elde iken Allahü teâlânın kullarına adâletle hükmet. Senin felâketine sebep olan şeylerden istifâde eden insanlar, seni gaflete düşürmesin. Kendileri, dünyâ menfaatlerine kavuşmak için, seni âhirette kavuşacağın ni'metlerden uzaklaştırırlar. Bugünkü gücüne kuvvetine bakma, âhirette hâlinin ne olacağını düşün, ona göre iş yap. Bir ağ gibi seni saran ölüm her an yaklaşmaktadır. Hesâp vereceğini unutma!"