Dünkü makâlemizde, hem Allahü teâlânın sevdiği, hem de kulların beğendiği kimse nasıl olunur? konusunda, hikmet ehli zâtların buyurduklarından bir hülâsa çıkararak yedi madde yazmıştık. Bugün yedi madde daha yazacağız inşâallah... 8- Evliyâ zâtlarla anlaşmak kolaydı: Bir hadîs-i şerîfte, "Mü'min, başkalarıyla ülfet eder, kendisiyle de ülfet olunur; başkalarıyla ülfet etmeyen, kendisiyle de ülfet olunmayan kişide hayır yoktur" buyurulmuştur. Tabîî ki ülfetten kasdedilen, başkalarıyla anlaşması, uzlaşması, kendisiyle anlaşılabilmesi ve uzlaşılabilmesidir. Onlar, "İnsanlara, akılları derecesinde konuşun" hadîs-i şerîfine uyarak, kısa, açık ve herkesin seviyesine göre konuşurlardı. "İslamiyet nedir?" diye soran bir A'râbîye, Resûlullah Efendimiz, "Allahü teâlânın bütün emirlerine hürmet etmek, beğenmek ve Onun bütün mahlûklarına acımak, şefkat göstermektir" diye cevap vermiştir. Dikkat edilirse, Allah'ın emirlerine hürmet etmektir deniyor, onları yapmaktır denmiyor! Öyle deseydi, kaç kişi Müslümân olabilirdi? Îmânla ölmek için, elbette yapmaya çalışmak da şarttır. Ama ta'zîmde bulunmak bile kurtulmaya sebep olabilecektir. EN BÜYÜK GÜNAH!.. 9- Kibirden çok korkarlardı: Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde, "Azamet ve kibriyâ benim hakkımdır, kim bana bunlarda ortak olursa, ona hiç acımam, yakarım" buyuruyor. O halde küfürden sonra en kötü ahlâk, en büyük günâh, kibirli olmaktır. İnsanın kalbinden kibri çıkarmak, iğneyle dağı toz hâline getirmekten daha zordur. Âile içerisinde, cemiyet içerisinde, her çektiğimiz sıkıntı kibirdendir... 10- Âlim ve velî zâtlar tevâzu ehliydiler: "Allah için alçak gönüllü olanı, Allahü teâlâ yükseltir" hadîs-i şerîfine uyarak tevâzu sâhibiydiler. Kendini yüksek gören kimse, yalnız kendisi kendisini yüksek bilir, herkes ondan nefret eder. Kibirliyi Allahü teâlâ sevmediği gibi, insanlar da sevmez. 11- Çok sabrederlerdi: Öfkelenip, kalp kırmazlar, "Allahü teâlâ sabredenleri sever" ve "Sabreden, zafere kavuşur" hadîs-i şerîflerine uyarak, hep sabrederlerdi. 12- Fitneden uzak dururlardı: Müslümân, "Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah la'net etsin" hadîs-i şerîfine uyarak, taşıdığı elbisenin, kendi elbisesi değil, İslâmiyet'in ve bağlı olduğu büyüklerin elbisesi olduğunu bilir. Buna bir şey dökülmesin, buna bir laf gelmesin diye titrer. Bilir ki, kendisi yüzünden bir Müslümân zarar görürse, bunun vebâli çoktur... 13- Kendi hocalarının rızalarını kazanırlardı: Bütün büyükler, "Ümmeti arasında Peygamber neyse, talebesi arasında hoca da odur" hadîs-i şerîfine uyarlardı. Buyururlardı ki: "Bizim yaptığımız bunca hizmetin ecri, sâdece mübârek hocamızadır; çünkü hocamızı tanımasaydık, doğruyu bulamazdık. Bu hizmetler, sâdece onlar vasıtasıyla olmaktadır. Bize âit bir şey var dersek, felâkete uğrarız. Bu hizmetlerin zerresini kendimizden bilirsek, yanarız, mahvoluruz." 14- Emir vermekten sakınırlardı: İnsanları felâkete sürükleyecek olan huy, emir vermektir. İnsanların hücrelerinde emir vermek arzûsu vardır. Bu, can çıkmadan önce, en son çıkacak huydur. İnsanlar için en büyük felâket, emir verme sevgisidir. Bu sevgi olmayan, emir verebilir; ama bu arzû ve heves varsa, verilen her emir kul hakkına girer. Büyükler, "Bize çavuş değil, er lâzım" derlerdi. Er, emir vermez, peki der. Er olmak, kul olmak, en şerefli meziyet, en şerefli rütbedir. Zâten musallâda da "Er kişi niyetine" derler... "PEKİ" DEMEK İLAÇTIR!.. Nefsin azgınlığını durdurmak zor iştir. Bunu durduracak en iyi ilaç, peki demektir; çünkü nefis, hayır der, yaratılışı öyledir; ama peki derse, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşur. Hazret-i Ebûbekir Efendimiz, Peygamberimize "Peki" dedi, çıkılabilecek en yüksek makâmlara çıktı. Ama aynı zaman diliminde ve aynı coğrâfî bölgede yaşayan ve aynı şartlarda Resûlullah Efendimizi gören Amr İbn-i Hişâm, ona hayır dedi, aşağıların en aşağısına yuvarlandı ve "Ebû Cehil" künyesiyle künyelendi... Tabîî ki evliyâ-yı kirâmda bulunan daha pek çok güzel haslet vardır. Ama biz, iki günlük makâlemizde, on dört maddelik bir hülâsa takdîm edebildik. Eğer lâyıkı vechile yapılabilirse, bunlar da evliyâ olmak için yetebilir...