Dünkü makâlemizde, Silsile-i Aliyye büyüklerinin beşincisi olan Bâyezîd-i Bistâmî ile İstanbul'daki râhiplerin başı arasında geçen bazı konuşmaları nakletmiştik. Bugün inşâallah, başrâhibin sorduğu diğer suâller ile Bâyezîd-i Bistâmî'nin ona sorduğu ve bütün râhiplerin müslümân olmalarına sebep olan tek suâl üzerinde duracağız: Başrâhip, Bâyezîd-i Bistâmî'ye sorduğu suâle ondan aldığı cevap üzerine: "Doğru söyledin. Peki şimdi söyle bakalım: Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helâk oldu?" diye sorunca; "Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı; Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu; Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip helâk edildi" cevâbını verdi. Başrâhip tekrâr; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu. O da: "İblîs ateşten yaratıldı. İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu" dedi. Başrâhip tekrâren; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî: "Sâlih Peygamberin devesi taştan yaratıldı [Mu'cize olarak kayadan çıkarıldı]. Eshâb-ı Kehf, taş içinde [mağarada] korundu; Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi" cevâbını verdi. Başrâhip: "Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir, aynı kaynaktan akıyormuş diyorlar. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu. "Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar: Kulak yağı acıdır. Göz yaşı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su [tükrük] tatlıdır" cevâbını verdi. Başrâhip yine, "Doğru söyledin. Cennet ehli yer-içer, fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca; "Evet vardır. Ana rahmindeki cenîn yer-içer, fakat dışkısı yoktur" cevâbını verdi. Başrâhip: "Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ ağacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu. "Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi. Başrâhip: "Doğru söyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, oniki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çi≠çek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır. Bu ağaç nedir?" deyince: "Ağaç bir yılı temsil eder. Oniki dalı, oniki ay, her daldaki otuz yaprak, bir ay içindeki günleri, her yapraktaki beş çiçek de, her gün ve gecedeki beş vakit namazı temsil eder" cevâbını verdi. Son olarak râhip şöyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver ki, hacca gitmiş, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır, ne de hac kendisine vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî: "Nûh peygamberin gemisidir" dedi. O bunu da tasdîk etti. BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ'NİN BAŞRÂHİB'E SORDUĞU SORU Bâyezîd-i Bistâmî böyle dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Siz bana birçok soru sordunuz. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâade ederseniz, benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur: Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?" Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı. Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve "Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler. O da: "Hayır mağlûb olmak istemiyorum" deyince; "Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun?" dediklerinde; "Şâyet cevap verirsem, benim cevabıma katılır mısınız?" dedi. Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler. Râhip: "Dinleyin o hâlde, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre; 'Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır'" deyip müslüman oldu. Diğer râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular. Bâyezîd-i Bistâmî, onların yanında bir süre daha kalıp kendilerine İslâmiyeti öğretti. Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı. HİDÂYETE KAVUŞTURMAK ALLAHÜ TEÂLÂNIN ELİNDEDİR Mısır Evliyâsından Abdülkâdir Deştûtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki: "Bir kimsenin hidâyete kavuşması, başka insanların elinde değildir. Bize düşen, doğruyu anlatmaktır. Allahü teâlâ, o kimsenin hidâyete kavuşmasını murâd etmiş ve bunda da bizi vesîle kılmış ise, çok büyük ni'mettir. Her kim; saâdet, Allahü teâlâdan başka bir kimsenin elindedir derse, yalan söylemiş olur." Böyle olmakla berâber, evliyâlık yolunda ilerlemiş olan büyükler, açık olan kalb gözleri ve firâset nûrları ile, bâzı kimselere hidâyet nasîb olacağını anlayıp, onlarla ilgilenir, alâkadâr olurlar. Dışarıdan gören ve bu inceliği anlıyamıyanlar da, bu hâle hayret ederler.