Dünkü makâlemizde, Hazret-i İbrâhîm ile oğlu Hazret-i İsmâîl arasında geçen konuşmanın bir kısmını vermiştik; bugün de kalan kısmını ele alıp konuyu bitirmek istiyoruz: - Haber verince senden veya annenden bir gevşeklik olur da azarlanırız diye korktum. - Babacığım, senin rızândan başka murâdım yoktur ve senin gibi babanın hakkını ödemek, saâdetimin sermâyesidir. Kaldı ki bu işte, Allahü teâlâ'nın emri ve rızâsı vardır... İbrâhîm aleyhisselâm, oğlu İsmâîl aleyhisselâmı kurbân etmek üzere son hâzırlığını yaptı. Bu esnâda İsmâîl aleyhisselâm ellerini kaldırıp; - Yâ Rabbî! Bana sabır ver! diye niyâzda bulunduktan sonra, babasına dönüp; - Babacığım! Görüyor musun? Gök kapıları açılmış, bazı melekler bize bakıp hayretlerinden, Cenâb-ı Hakk'a secde etmişler. Bazıları da Hak teâlâ'ya münâcât edip; "Yâ Rabbî! Bir peygamber bir peygambere bıçak çekmiş, başı uçunda duruyor. Senin rızânı gözetmek için onu boğazlamak istiyor. Sen onlara merhamet eyle" diyorlar, dedi. Daha sonra İbrâhîm aleyhisselâm oğlunu güzelce bağladı, yüzükoyun yatırıp, boğazını tuttu ve; - Yâ Rabbî! Bu benim oğlum, gözümün nûru, gönlümün sürûrudur. Kurbân etmemi emrettin. Şu anda emrini yapmak için hâlis niyetle geldim. Kurbân etmeğe hâzırım. Sana hamd ve senâ ederim. Yâ Rabbî! Bu kıymetli yavrumu kurbân etmekte bana sabır ver, dedi. Sonra bıçağı oğlunun boynuna yaklaştırdı ve son olarak; - Ey yavrum! Kıyâmete kadar sana vedâ olsun. Tekrâr görüşmek, Kıyâmet günü olur, dedi. Bu arada İsmâîl aleyhisselâm; - Ey babacığım! Acele et. Rabbimizin emrini çabuk yerine getir. Emri yapmakta geciktiğimiz için Rabbimizin bizi azarlamasından korkuyorum. Babacığım, artık elimi ayağımı çöz; melekler, kendi isteğimle kurbân olduğumu görsünler ve Halîl'in oğlunun, Allahü teâlânın işinden râzî olduğunu bilsinler, dedi. İbrâhîm aleyhisselâm, bu söz üzerine ellerini çözüp bıçağı boğazına dayayınca, İsmâîl aleyhisselâm güldü. - Ey oğlum, bu halde iken niçin güldün? diye sordu - Babacığım, bıçakta "Bismillâhirrahmânirrahîm" yazılı olduğunu görüyorum. Üzerinde Dostun ismi yazılı olan bıçak, nasıl keser? diye cevap verdi. İbrâhîm aleyhisselâm, Hak teâlâ'nın ismini zikrederek bütün gücüyle bıçağı oğlunun boynuna çaldı. O anda Hak teâlâ, Cebrâîl'e emrederek; - Yetiş! Bıçağı çevir! buyurdu. O da Sidretü'l-müntehâ'dan bir anda gelip, bıçağı ters çevirdi. Bıçak kesmedi. Bir daha çaldı, yine kesmedi ve ne kadar uğraştı ise kâr etmedi. İsmâîl aleyhisselâm; - Babacığım! Ne kadar şefkatlisin, bıçağı kuvvetli vuramıyorsun. Yüzüme bakma, böylece hizmette kusûr etmezsin, dedi. Hazret-i İbrâhîm, bıçağı tekrar biledi ve oğlunun boğazına daha kuvvetli çaldı. Yine kesmedi. İsmâîl aleyhisselâm; - Babacığım, bıçağın ucunu şah damarıma bastır! deyince, öyle yaptı ve diziyle de bastırdı. Bıçak iki kat olmasına rağmen, boynuna izi bile çıkmadı. İbrâhîm aleyhisselâm, üzülüp bıçağı taşa çalınca, taş ikiye bölündü. Bıçak dile gelip sordu: - Ey İbrâhîm! Nemrûd seni ateşe attığı vakit seni niçin yakmadı? - Hak teâlâ, yakma diye emreylediği için, - Ey İbrâhîm! Hak teâlâ, ateşe bir kerre "Yakma" diye emreylediyse, bana yetmiş defa "kesme, kesme" diye emreyledi. O anda Allahü teâlâdan vahiy geldi: - Yâ İbrâhîm, elbette sen rü'yânı tasdîk ettin. Sana düşen vazîfeni tâm olarak yaptın. Şimdi sıra bende. Lütuf ve keremimi görmek için şu dağa bak! İbrâhîm aleyhisselâm, dağa bakınca, Cennetten gelmiş eşsiz güzellikte bir koç gördü. Allahü teâlâ buyurdu ki: - Bu, senin oğluna fedâdır. Cebrâîl aleyhisselâm koçu getirirken, "Allahü ekber", İbrahim aleyhisselâm da koçu yakalarken, "Lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber", İsmâîl aleyhisselâm da, "Allahü ekber ve lillâhil-hamd" dedi. Böylece, bayram tekbîri meydana geldi: "Allahü ekber. Allahü ekber. Lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, Allahü ekber ve lillâhil-hamd." Sonra, İsmâîl aleyhisselâm yerine, bu koç kurbân edildi. [Bu koçun boynuzları, Abdullah bin Zübeyir zamanına kadar, Ka'be-i muazzamanın duvarında asılı idi. Sonra orada çıkan bir yangında bunlar da yandı. Bu koçun kurbân edildiği yer, Minâ olduğu için, hacılar kurbânlarını burada kesmektedirler.]