Bilindiği gibi, Recep ayının 27. gecesi olan "Mi'râc gecesi", Sevgili Peygamberimizin "İsrâ" ve "Mi'râc" mu'cizesiyle şereflendiği, göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü ve Allahü teâlâ ile konuştuğu gecedir. Bu sene, 8 Temmuz 2010 [26 Receb 1431 ya'nî dün] Perşembe gününe rast geldi. Receb-i şerîf ayının her gecesi kıymetlidir, her Cuma gecesi de kıymetlidir; Regâib kandilinde olduğu gibi, dünkü Mi'râc kandilinde de iki kıymetli gece bir araya gelince daha da kıymetli olmuştur... Mİ'RÂCTAN EVVELKİ HÂDİSELER Resûlullah Efendimiz, "Bi'set-i Nebe- viyye"lerinin ya'nî kendilerine Peygamberliklerinin bildirilmesinin başından itibâren, 11 yılı aşkın bir zaman içerisinde, Allahü teâlânın dînini, büyük bir aşk ve şevkle ve son derece büyük bir merhamet ve şefkatle, insanlara teblîğ etmiştir. Ama Mekke halkı, kendilerini dünyâ ve âhirette mes'ûd ve bahtiyâr kılacak olan bu yüce esâslara îmân etmemiş, üstelik Peygamberimize ve Müslümânlara da çok sıkıntı vermişlerdir. Hattâ îmânla şereflenen bu bahtiyâr Müslümânlara işkenceyi iyice arttırmış olup kendilerine ebedî hayât verecek olan yüce İslâm dînini de yok etmek istemişlerdir. İşte uzun zamandan beri devâm edegelen bu îmân ve küfür mücâdelesinde, inananların sayısı, henüz pek fazla değildi; maalesef çoğunluğu inanmayanlar teşkîl ediyordu. Hem kendisine, hem de Eshâbına uygulanan baskılar, boykotlar, ezâ ve cefâlar hudûdu aşmıştı. İşkenceye tahammül edemeyen bazı müslümânlar, Resûlullah'tan aldıkları izinle, Habeşistân'a hicret etmişlerdi. [Hattâ bu hicret iki defa vukû' buldu.] Mekke müşriklerine karşı kendisini himâye eden amcası Ebû Tâlib, bu senede vefât etmişti. Bir müddet sonra, 25 yıllık biricik hanımı ve en yakın destekçisi Hazret-i Hatîce vâlidemizi de kaybetmişti. Hattâ bunlardan dolayı bu seneye "senetü'l-hüzün" veyâ "âmü'l-hüzün" denilmiştir. Resûlullah Efendimiz, hicretten bir yıl önce, 52 yaşında iken, yanına Zeyd bin Hârise'yi de alarak Tâif'e gitti. Oranın halkına bir ay nasîhat eyledi. Hiçbir kimse îmân etmedi, bilakis O'nunla alay ettiler. Üstelik onları, çocuklara taşlattılar. Resûlullah'ın mübârek bacakları yaralandı. O'nu korumaya çalışan Hazret-i Zeyd'in başı kan içinde kaldı. Ümitsiz, üzüntülü, yorgun bir hâlde Tâif'ten geri dönerlerken, çok sıcak bir sâatte, yol kenârında, bitkin bir hâlde oturdular. Orada bir müddet istirâhat edip, kanlarını sildiler, yaralarını pansuman ettiler. Orada bulunan bir bağın sâhibi, Rebîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe adındaki zengin iki kardeş, köleleri Addâs ile, onlara birer salkım üzüm gönderdiler. Resûlullah, üzümü yerken "Besmele" okudu. O zaman Hıristiyân olan Addâs, "Besmele"yi [ya'nî Peygamberimizin, Allahü teâlânın ismini zikretmesini] işitince şaşırdı: BU NASIL SÖZDÜR -"Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle bir söz duymadım. Bu nasıl sözdür?" dedi. Resûlullah ona: -"Sen neredensin?" diye sordu. "Nineve'liyim" dedi. -"Yûnus aleyhisselâmın memleketinden imişsin" buyurdu. -"Siz, Yûnus'u nereden tanıyorsunuz? Onu, buralarda kimse bilmez" dedi. -"O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi" buyurdu. Köle: -"Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sâhibi yalancı olamaz. Ben inandım ki, sen Allahın Resûlüsün. Yâ Resûlallah, yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kölelik ediyorum. Herkesin hakkını yiyor, herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyâlık toplamak, şehvetlerini yerine getirmek için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gelmek istiyorum" dedi. Resûlullah, tebessüm ederek buyurdu ki: -"Şimdi efendilerinin yanında kal. Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel." Bilâhare Mekke'ye doğru yürüdüler ve karanlıkta şehre girdiler. Çünkü her taraf düşmân dolu idi. Gidilecek herhangi emîn bir yer de yoktu. Birkaç ay, Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Resûlullah Efendimiz buna çok üzülüyordu. Ne kadar enteresan bir durumdur ki, "İsrâ ve mi'râc mu'cizesi", Tâif seferinden müteessir olarak dönen Peygamber Efendimizin, kendisini en çok üzgün ve amcası ile sevgili eşinin vefâtları sebebiyle kendisini en yalnız hissettiği bir zamanda olmuştur. [Yarın inşâallah bu mühim konuya devâm edelim.]