Cenâb-ı Hak, şüphesiz ki bütün insanlara sayılamayacak kadar çok ni'met, iyilik vermiştir. Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, ni'metleri o kadar çoktur ki, bunu ancak "Sonsuz" kelimesiyle ifâde edebiliriz. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi ise, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla İslâmiyeti göndermesi, ebedî saâdet yolunu göstermesidir. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada râhat, huzûr içinde, kardeşçe yaşamaları, âhirette de sonsuz saâdete, bitmez-tükenmez ni'metlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz Suhuf ve dört Kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur'ân-ı kerîm bozulmamıştır. Burada, öneminden dolayı bir husûsu hemen belirtmemiz lâzım: Denilebilir ki, târih boyunca, hayâtı, en ince teferruâtıyla, sadece yıl ve ay olarak değil, hafta, hattâ gün bazında ortaya konulan yegâne zât, şüphesiz ki, Peygamber Efendimiz'dir. "ONU MEDHETMEKTEN ÂCİZİZ!.." "Delâilü'n-Nübüvve" ve "Şevâhidü'n-Nübüvve" kitapları, Hazret-i Peygamberin Peygamberliğinin delîllerinden, "Sîret-i Nebeviyye" ve "Meğâzî" kitapları O'nun hayâtından ve harblerinden, "el-Hasâis" kitapları, O'nun fazîletlerinden ve mu'cizelerinden, "Şemâil-i şerîfe" kitapları fizikî yapısından, İslâm Târihi ve Ansiklopediler ise, umûmî hayâtından bahsetmektedirler. Peygamber Efendimizi medheden yüzlerce, binlerce, hattâ on binlerce kitap, kasîde ve diğer eserler yazılmıştır. Ama bunları yazanlar içinde, şöhretleri ve sanatları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahi, O'nu medhetmekten âciz olduklarını beyan etmişlerdir. Arap, Fars ve Türk edebiyâtında görülen "Na't"lar, hep O'nun için yazılmıştır. Resûlullah Efendimiz günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, târihçi ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların her biri O'nu biraz inceledikten sonra hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler. Ne var ki, Müslümân olmayanlar, Habîb-i Ekrem Efendimizin sâdece idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O'nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle berâber, O'na Peygamber gözüyle bakmadıkları için, O'nu tanımaktan, anlamaktan çok uzak kalmakta, dolayısıyla îmânla şereflenememektedirler. Müslümânlar da, Peygamber Efendimizin güzellik ve üstünlüklerini ilimleri, ihlâsları ve O'na olan muhabbetleri kadar derece derece görmekte ve anlayabilmektedirler. Bunlardan zâhir âlimleri O'nun zâhirî vasıflarını, bâtın âlimleri de bâtınî güzelliklerini görebildikleri kadar dile getirmişlerdir. Ulemâ-i râsihîn denilen hem zâhir, hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber Efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri ise, O'nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. İslâm âlimleri, tarih boyunca, Resûlullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) "hilye-i şerîfe"sini [yani O'nun dış görünüşünü veya görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını] şifâhî olarak anlatmışlar, bunları çok kıymetli kitaplarında da yazmışlardır. Bütün Müslümânlar da, tezhîpli [süslenmiş] levhalar üzerine yazılan "hilye-i seâdet"leri, câmi ve mescidlerde, ev ve iş yerlerinde gözlerinin önlerine asmışlar ve O'nu dâimâ kalplerinde bulundurmaya çalışmışlardır. Ömürlerinin her safhasında Resûlullah Efendimizin aşkı ile yanıp tutuşan, yanık feryâdlar, içli gözyaşları ve yakıcı mısralarla bu aşklarını dile getirenlerin en büyük ve meşhûrlarından olan ve bu muhabbet deryâsından büyük pay sâhibi olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de Sevgili Peygamberimize olan muhabbet ve aşkını dile getirdiği kasîdelerinden birinde şöyle demektedir [Hem makâlemizin hacmi yetmediğinden, hem de yanlış anlaşılmaması için bazı kısımlar çıkarılmıştır]: Server-i âlem, sana âşık olup da, yanarım!/Her nerede olsam, o güzel cemâlin ararım./"Kâbe kavseyn" tahtının sultânı sen, ben hiçim./Misâfirinim dersem saygısızlık sayarım./Her şey cihânda senin şerefine bilirim./Rahmetin yağsa bana hergün olur bahârım... ..... Seâdet tâcına kavuştum ben rü'yâda./Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım./Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Câmî!/Dîvânında şu yazılar, oluyor, tercümânım: ..... [Son cümlesinde şöyle diyor:] Senin ihsân denizinden bir damla arzularım.