Osmânlı devleti aleyhinde bazı kitap, dergi, gazete, radyo ve televizyonlarda, haksız bazı tenkîdler yapılsa da, aklı başında olan yerli-yabancı herkes, Osmânlıları övüyor. Acabâ neden? Çünkü Osmânlı fetihleri yalnız kılıçla değil, daha çok uzlaştırıcı ve sevdirici bir politika netîcesinde gerçekleşmekteydi. Osmânlı idâresinin, İslâm dîni hükümleri çerçevesinde, gayr-i müslimlere cân ve mâl güvenliğiyle dînlerinde serbestlik tanıması, onların gitgide İslâmîyetle şereflenmelerine yol açıyordu. Yine bu durumun netîcesi olarak çok defâ, geniş bölgeler, şehir ve kasabalar, kendiliğinden Osmânlı hâkimiyetini tanımakta idiler. Önceleri, baştan başa Hristiyânlarla meskûn olan Balkan Yarımadası halkı, kısa zaman içinde bu tarzdaki âdilâne hareket ve idârî siyâsetteki incelik sâyesinde İslâmîyeti seçti... TARİHÇİLERİN ORTAK FİKRİ Târihçilerin, Osmân Gâzî ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir: Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmânlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyâne terkîbi, siyâsî istikrâr ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem da'vâsının en kudretli temsîlcileri olmuşlardır. Osmânlı hânedânı, dünyâda hiçbir âileye nasîb olmayan büyük ve dâhî pâdişâhları birbiri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi; onu millî, İslâmî ve insânî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkîlâtı hâline getirdi. İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için, i'lân ettiği yüksek esâslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmânlı devrinde ulaşmıştır. Osmânlı sultânları, ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular. Kemâl sâhibi ilim erbâbını dâimâ takdîr edip onlara rağbet gösterdiler. Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânûnların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler. Devlet nizâmlarının hâzırlanıp düzenlenmesini ve teftîşini onlara havâle edip idârî mes'ûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmânlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânûnlar yapıldı. Osmânlı Devleti, kavimler, dînler ve mezhebler arasında sağlam bir âhenk kurmuştu. Halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezâda müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletler arası en kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkîl etti. Osmânlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideali, şüphesiz millî şuûr ve uyanış yanında, asıl kaynağını İslâm dîni ve onun cihâd rûhundan alıyordu. DÜNYAYA ADALETİ YAYDILAR... Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istîlâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, dîn, mezhep mensûbları ve grupların huzûrsuzluk endîşelerine ma'rûz bulunuyordu. Meşâyih ve evliyânın himmetleriyle yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa'ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli'ye yayılıyordu. Bu arada Osmânlı Devletinin kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi. Nitekim Osmân Gâzî, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî'ye intisâb ederek her hususta onunla istişârede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmânlı sultânlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete lâyıkıyla uyan Osmânlı sultânları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârül-kurrâ ve türbelerle âdetâ kudsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle bütün dünyâya İslâmiyeti, insanlığı, ahlâkı, adâleti yaymışlar, asırlarca maddî ve ma'nevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.