"Ehl­-i Beyt"in üs­tün­lü­ğü

A -
A +

Ev­ve­lâ şu­nu ifâ­de ede­lim ki, "Ehl-i Beyt", hem mu­kad­des ki­tâ­bı­mız Kur'ân-ı Ke­rîm'de (Ah­zâb: 33, Şû­râ: 23), hem de Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­mi­zin ha­dîs-i şe­rif­le­rin­de med­he­dil­mek­te­dir. Ön­ce mü­him bir ha­di­si zik­re­de­rek ko­nu­mu­za gi­re­lim. Re­sû­lul­lah (Sal­lal­lâ­hü Aley­hi ve Âli­hi ve Sel­lem), bir ha­dis-i şe­ri­fin­de: "Şüp­he­siz ki ben, si­ze iki (önem­li) şey bı­ra­kı­yo­rum. Ben­den son­ra on­la­ra tâ­bi ol­du­ğu­nuz müd­det­çe, yo­lu­nu­zu as­lâ sa­pıt­maz­sı­nız. On­lar­dan bi­ri di­ğe­rin­den da­ha bü­yük­tür. Bun­lar­dan bi­ri Al­lah'ın ki­tâ­bı­dır ki, gök­ten ye­re sar­kı­tıl­mış olan Al­lah'ın ipi­dir. Di­ğe­ri ise, 'It­ret'im, ya­ni 'Ehl-i Beyt'im­dir. Bu iki­si, Havz-ı Kev­ser'e ge­lin­ce­ye ka­dar bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­ya­cak­lar­dır. O hâl­de iyi dü­şü­nü­nüz, o iki­si hu­su­sun­da ba­na na­sıl iyi bir ha­lef ola­cak­sı­nız?" bu­yur­muş­tur. İs­lâ­mi ko­nu­lar­da ilim sâ­hi­bi olan her mü­nev­ve­rin, kül­tür­lü kim­se­nin bil­di­ği gi­bi, bü­tün me­to­do­lo­ji ki­tap­la­rın­da (Usûl-i Tef­sir, Usûl-i Ha­dis ve Usûl-i Fı­kıh ko­nu­la­rın­da ya­zıl­mış ki­tap­lar­da), di­nî ah­kâ­mın de­lil­le­ri­nin dört ol­du­ğu kay­de­di­lir ve bu de­lil­ler, ki­tâp­lar­da "Edil­le-i Şer'iy­ye" baş­lı­ğı al­tın­da "Ki­tâp", "Sün­net", "İc­mâ-ı Üm­met" ve "Kı­yâs-ı Fu­ka­hâ" ola­rak tak­dim edi­lir. EHL-İ BEYT KİM­LER­DİR? Ma­ka­le­mi­zin ba­şın­da söy­le­di­ği­miz gi­bi, bu dört de­li­lin te­me­li olan ilk iki­sin­de, "Ehl-i Beyt" haz­ret­le­ri med­he­dil­di­ği­ne gö­re, di­ğer iki de­lil­le de med­he­dil­me­le­ri el­bet­te lâ­zım­dır. Ni­te­kim Ehl-i Beyt'in fa­zi­le­tiy­le il­gi­li bü­tün ule­mâ ve üm­met ara­sın­da it­ti­fâk var­dır. Kı­yâs da böy­le­dir; akl-ı se­lim de böy­le söy­le­mek­te­dir. O hâl­de, hem yü­ce Al­lah'ın, hem de şan­lı Pey­gam­be­ri­nin med­het­ti­ği bu mü­bâ­rek in­san­lar kim­ler­dir? Al­la­hü teâ­lâ Kur'ân-ı ke­rîm­de "Ehl-i Beyt" hak­kın­da meâ­len bu­yur­du ki: "...Al­la­hü teâ­lâ siz­ler­den ric­si, yâ­ni ku­sûr ve kir­le­ri gi­der­mek is­ti­yor ve si­zi tam bir ta­hâ­ret ile te­miz­le­mek irâ­de edi­yor." (Ah­zâb sû­re­si: 33). Es­hâb-ı ki­râm sor­du­lar: "Yâ Re­sû­lal­lah! Ehl-i Beyt kim­ler­dir?" O es­nâ­da, Pey­gam­ber Efen­di­mi­zin ya­nı­na Haz­ret-i Ali (ra­dı­yal­la­hü anh) gel­di. Pey­gam­be­ri­miz, onu mü­bâ­rek pal­to­la­rı al­tı­na al­dı­lar. Da­ha son­ra Haz­ret-i Fâ­tı­ma, Haz­ret-i Ha­san ve Haz­ret-i Hü­se­yin (ra­dı­yal­la­hü an­hüm) gel­di­ler. Her bi­ri­ni bir ta­ra­fı­na ala­rak; "İş­te bun­lar be­nim Ehl-i Beyt'im­dir" bu­yur­du­lar. Bu yük­sek kim­se­le­re "Âl-i Abâ" ve "Âl-i Re­sûl" de de­nir. Ki­tap­lar­da şu ta­rif­le­ri de gö­rü­yo­ruz: "Ehl-i Beyt": Pey­gam­be­ri­miz Mu­ham­med aley­his­se­lâ­mın bü­tün âi­le fert­le­ri. Mü­bâ­rek ha­nım­la­rı, mu­az­zez kı­zı Haz­ret-i Fâ­tı­ma ile mü­bâ­rek da­ma­dı Haz­ret-i Ali ve bun­la­rın ev­lât­la­rı olan Haz­ret-i Ha­san ve Haz­ret-i Hü­se­yin, on­la­rın ço­cuk­la­rı ve kı­yâ­me­te ka­dar ge­le­cek to­run­la­rı­nın hep­si... Re­sû­lul­lah'ın (aley­his­se­lam) so­yu, Haz­ret-i Fâ­tı­ma'dan de­vâm et­ti. Haz­ret-i Ha­san'ın ço­cuk­la­rı­na ve to­run­la­rı­na "Şe­rîf", Haz­ret-i Hü­se­yin'in nes­li­ne de "Sey­yid" de­nir. Pey­gam­ber efen­di­mi­zin te­miz ve mü­bâ­rek ka­nı­nı ta­şı­yan sey­yid­ler ve şe­rîf­ler, İs­lâm mem­le­ket­le­ri­nin bir­çok yer­le­rin­de ya­şa­mak­ta­dır­lar. Her bi­ri­si gü­zel ah­lâk nü­mû­ne­si olup, yur­du­muz­da da sa­yı­la­rı pek çok­tur. İs­lâm âlim­le­ri, Ehl-i Beyt sev­gi­si­ni, son ne­fes­te îmân ile git­mek için şart gör­müş­ler­dir. Ehl-i Bey­ti sev­mek her mü­mi­ne farz­dır. Bun­lar­da Re­sû­lul­lah'ın zer­re­le­ri var­dır. On­la­ra kıy­met ver­mek, say­gı gös­ter­mek her Müs­lü­ma­nın va­zî­fe­si­dir. Ehl-i Beyt ile il­gi­li Pey­gam­ber efen­di­miz ha­dis-i şe­rif­ler­de bu­yur­du ki: "Siz­le­re dîn-i İs­lâ­mı ge­tir­di­ğim için, bir kar­şı­lık is­te­mi­yo­rum. Yal­nız ba­na ya­kın olan Ehl-i Bey­ti­mi sev­me­ni­zi is­ti­yo­rum." "Üme­tim­den Ehl-i Bey­ti­mi se­ven­le­re şe­fâ­at ede­ce­ğim." SON NE­FE­Sİ VE­RİR­KEN... Bü­yük İs­lâm âli­mi İmâm-ı Rab­bâ­nî (rah­me­tul­la­hi aleyh) de bu­yur­du ki: "Ba­bam zâ­hir ve bâ­tın ilim­le­rin­de yâ­ni kalp ilim­le­rin­de çok âlim idi. Her za­man Ehl-i Bey­ti sev­me­yi tav­si­ye ve teş­vik bu­yu­rur­du. Bu sev­gi in­sa­nın son ne­fes­te îmân­la git­me­si­ne çok yar­dım eder, der­di. Ve­fât ede­cek­le­rin­de baş ucun­da idim. Son an­la­rın­da şu­ur­la­rı azal­dı­ğın­da, ken­di­le­ri­ne bu na­sî­hat­le­ri ha­tır­lat­tım ve o sev­gi­nin na­sıl te­sir et­ti­ği­ni sor­dum. O hâl­dey­ken bi­le: 'Ehl-i Bey­tin sev­gi­si­nin der­yâ­sın­da yü­zü­yo­rum' bu­yur­du..." ..... İş­te, dün def­net­ti­ği­miz Maz­har Gey­la­ni Am­ca da yur­du­muz­da­ki gü­zel ah­lâk nü­mû­ne­si sey­yid­ler­den idi. Ken­di­si­ne Al­la­hü te­ala­dan rah­met, bü­tün sey­yid­le­re ve se­ven­le­ri­ne baş­sağ­lı­ğı di­li­yo­rum. Al­la­hü tea­la şe­fa­ati­ne na­il ey­le­sin in­şa­al­lah.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.