Bir kısım şehirler vardır ki onlar anıldıkları zaman, hemen oralarda yaşayan bazı büyük âlim ve velîler hâtıra gelir; bu şehirler âdetâ onlarla özdeşleşmişlerdir. Güzel ülkemizde bu böyle olduğu gibi, İslâm âleminin diğer ülkelerinde de durum böyledir: Meselâ Konya denilince, hemen Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, hocaları Şems-i Tebrîzî ve Sadreddîn-i Konevî; Kastamonu denilince Şeyh Şa'bân-ı Velî hâtırlanmaktadır. Kırşehir anıldığında Ahî Evrân, Nevşehir anıldığı zaman Hâcı Bektâş-ı Velî, Ankara anıldığı zaman ise Hâcı Bayrâm-ı Velî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hâtırlandığı gibi... Buhârâ (Özbekistân) denilince İmâm Buhârî ve Şâh-ı Nakşibend; Bağdâd (Irâk) denilince İmâm-ı A'zam ve Abdülkâdir-i Geylânî; Serhend (Hindistân) denilince de İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî Serhendî hâtırlanmaktadır. Türkiye'de ve yurt dışında buna benzer misâlleri çoğaltmak mümkündür. İşte Erzincân denilince de, hemen hâtıra Terzi Baba hazretleri gelmektedir. Hâlbuki "Doğu Anadolu (Kuzey-Güney) Evliyâları" isimli eserde, Erzincân'da 26 adet evliyânın varlığından bahsedilmekte ve onların hayâtları ele alınmaktadır; buna rağmen Terzi Baba oraya damgasını vurmuştur. Tabiî ki bu büyükler bizim için çok büyük zenginliklerdir. Bugünkü ve yarınki makâlelerimizde birazcık Terzi Baba'dan bahsetmeye çalışacağız... *** 1780 (H. 1195) senesinde doğan ve Anadolu'da yetişen büyük velîlerden olan Terzi Baba (Hayyât Vehbî)'nın asıl ismi Muhammed Vehbî'dir. "Osmanlı Müellifleri", "Sefînetü'l-Evliyâ" ve "Esmâü'l-Müellifîn" gibi eserlerde Erzurûm'da; diğer bâzı eserlerde ise, Erzincân'da doğduğu yazılıdır. Ama 1847 (H. 1264) senesinde Erzincân'da vefât etmiştir; dergâhının olduğu yere de defnedilmiştir. Bugün burası "Terzi Baba Mezârlığı" diye anılmakta, mezârlığın ortasında onun türbesi bulunmaktadır. Burası târihî bir mezârlıktır ve birçok meşhûr insanın da kabri vardır. [Kabristân'ın girişinde, yol kenârında küçük bir mescid bulunmaktadır; ama bu defaki Terzi Baba ziyâretimizde, oradaki dostlarımızdan öğrendiğimize göre, bu mescidin karşısında büyük bir arsa satın alınmış ve Terzi Babaya lâyık bir câmi yapma karârı alınmıştır. Bu vesîleyle bir husûsu belirtmek istiyorum: Şehir içindeki Terzi Baba Câmii'nin minâreleri, Osmanlı minâre sistemine hiç uymamakta ve Erzincân'a yakışmamaktadır. Fabrika bacası gibi görünen bu yapıların yıkılarak kendi mi'mârîmize uygun bir veya iki minâre yapılması lâzımdır.] Terzi Baba, temel din bilgilerini tahsîl ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sâhibi olmak için terzilik öğrenmeğe başladı. "Terzi Baba" diye meşhûr olması buradan gelmektedir. Onun dünyâya hiç rağbeti yoktu. Âhirete meyli çok fazla idi. Mesleği ile meşgûl olurken, ibâdeti terk etmez, nefsinin arzû ve isteklerini yapmama husûsunda azami gayret gösterirdi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi (kuddise sirruhumâ) ile görüştü ve ona talebe oldu. Bundan sonra Terzi Baba'nın mânevî mertebesi günden güne ilerledi. Nefsle mücâdele ve riyâzette çok ileri derecelere ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, ona icâzet verdi. *** Bir gün Erzincân'a seyyâh fakîrlerden birisi geldi. Üzerindeki palto çok eski olduğu gibi, ele alınamayacak kadar da kirli idi. Bu zât, paltosunu tamîr ettirmek için şehirdeki terzileri tek tek gezdi. Fakat mürâcaat ettiği bütün terziler, onun elbisesini dikmek şöyle dursun, ona el sürmekten bile çekindiler. Bir de o terziler, o fakîr zâta alay yollu; "Şurada bir Terzi Baba var. Ona götür, o diker" dediler. Zavallı fakîr zât, Terzi Baba'yı buldu; isteğini anlattı. Terzi Baba'dan, ret yerine hüsn-i kabûl gördü. Terzi Baba ona; "Paltonu bırak, inşâallah yarına hazırlarım" dedi. Terzi Baba paltoyu alıp, güzelce yıkadı, kuruttu ve dikti. Ertesi gün o fakîre elbisesini teslîm etti. Bütün bu yaptıklarının karşılığında herhangi bir ücret de almadı. O fakîr zât, paltosunu temizlenmiş, dikilmiş görünce çok memnûn oldu. Terzi Baba'ya nazar edip, Allahü teâlânın sevdiklerinin sohbetine kavuşması için kalben duâ etti. İşte bu duânın bereketi görüldü.