Geçtiğimiz 29 Mayıs 2007 Salı günü, İstanbul'un fethinin 554. sene-i devriyesi büyük bir sevinç ve coşku ile kutlanmıştı. Biz bu konuyu, ancak 01-02 Haziran 2007 tarihlerinde ["İstanbul'un Fethine Dâir-1-2"] başlıklı ve 08-09 Haziran 2007 tarihlerinde de ["Fâtih Sultân Mehmed Hakkında-1-2"] başlıklı Cuma-Cumartesi makalelerimizde ele alabilmiştik. 1 Haziran tarihli makâlemizde, ["İstanbul'un fethi söz konusu olunca, Fâtih Sultân Mehmed'in yanında, hemen, büyük sahâbî Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallahü anh) ile büyük velî Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr (kuddise sirruh) da otomatikman hâtırımıza gelmektedirler. Fetih münâsebetiyle her üçünden de bahsetmek istiyoruz"] deyip ilk dört makâlede, "Eyyûb Sultân", "Fâtih" ve "Fetih"ten birer nebze bahsetmeye çalışmıştık. 15-16 ve 22-23 Haziran târihli makâlelerimizde de, Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinden bahsetmiştik. 08 Haziran tarihli makâlemizin başında, [Sevgili Peygamberimizin; "Kostantîniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak olan hükümdâr ne güzel hükümdâr ve ordu da ne mükemmel ordudur" meâlindeki hadîs-i şerîfinde geçen müjdeye Fâtih Sultân Mehmed Hân ve muazzam ordusu lâyık olmuştur. Müstesna bir olay Onun ve ordusunun gerçekleştirdiği İstanbul'un fethi hâdisesi, Türk ve İslâm târihinin en müstesnâ olayı sayılarak bu fethe "Feth-i Mübîn" denilmiştir. Aslında bu hâdise, sâdece Türk ve İslâm târihinde değil, aynı zamanda dünyâ ve bütün insanlık târihinde de çok mühim bir hâdise kabûl edilmiş, bundan dolayı "ortaçağ"ın kapanıp "yeniçağ"ın başlamasına bir vesîle sayılmıştır] cümlelerine yer vermiştik. Geçen hafta Cumartesi günkü (23 Haziran 2007 tarihli) makâlemizde ise: ["Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, ânîden atının hâzırlanmasını istedi. Atı hâzırlanınca, binip sür'atle Semerkant'tan dışarı çıktı... Ubeydullah-ı Ahrâr, daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sordular. "Türk Sultânı (Fâtih Sultân) Muhammed Hân, kâfirlerle harb ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı" buyurdu] cümlelerine yer vermiştik. Onun için, bugünkü ve yarınki makâlelerimizde, "Fâtih Sultân Muhammed Hân"dan biraz daha bahsetmek istiyoruz... Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângîrlerle doludur. Fâtih Sultân Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. Osmânlı pâdişâhlarının yedincisi ve İstanbul'un fâtihi olan Fâtih Sultân Mehmed'in, yukarıda mezkûr hadîs-i şerîfteki müjdeye lâyık kumandân olduğu âşikârdır. Belki dünyânın en güzel şehri olan İstanbul'umuzu, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih hakkında Şark'ta ve Garp'ta çok şeyler söylenmiş, o, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiştir. Şimdi, onunla ilgili bazı özet bilgiler sunmak istiyoruz: Fâtih Sultan Mehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı târihçi Kritobulos'un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu sûretle Avrupa'nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları bir araya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa'dan daha evvel geçmişlerdir. Fâtih Sultan Mehmed, teşkîlâtçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini tâm bir intizâm içinde yürütmek için lüzûm ve ihtiyâç gördükçe, İslâmın esâslarına uygun kânûnlar ve fermânlar yayınladı. Tanzîmât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânûnu olarak mer'iyyette kalan Fâtih Kânûnnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânûnnâmeyi, Nişâncı Leyszâde Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kânûnî Sultân Süleymân devrinde hazırlanan kânûnnâmede de bu eser esâs alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel teşkîlât ve müesseseleri, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır. İlme önem verdi Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabîatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı. Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu. Yeni devletin kurulması plânının icrâsında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânûnla tanzîm ederek "Ulemâ" sınıfına büyük değer verdi ve idârenin temelini meydâna getiren diyânet ve hukûk kurumlarını teşkîlâtlandırdı. Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esâs aldı. Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul'a topladı ve onların talebe yetiştirmeleri için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsîrde Molla Gürânî, Molla Yegân, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdi. Hattâ meşhûr âlim Molla Câmî bile İstanbul'a gelmekteyken, Pâdişâh'ın ölüm haberi üzerine yoldan geri döndü.