Makâlemizin hemen başında ifâde edelim ki: Çocuklara ve gençlere ne kadar hizmet etsek azdır. Zira azîz vatanımız, asîl milletimiz ve devletimiz sağlam bir şekilde onların omuzlarında yükselecektir. Bilindiği gibi çocuklar, Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini, büyüklere hürmeti, vatan-millet aşkını, "Ezân" ve "Bayrak"a saygıyı, gelenek ve göreneklerini, millî ve manevî değerlerini hep âilede öğrenirler. Allahü teâlânın seçilmiş kulları olan "Peygamber"lerin tarihlerini incelediğimizde de, hepsinin gâyelerinin, yüksek ahlâklı iyi ferdler, âileler ve cemiyetler meydana getirmek olduğunu görüyoruz. Zâten bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat da "iyi insan", orijinal ismiyle söylemek gerekirse "insân-ı kâmil" meydâna getirmektir. Aslında Hazret-i Âdem'den itibâren gelmiş-geçmiş bulunan 6 "Ülü'l-azim" Peygamber, 313 "Resûl", 124 binden ziyâde "Nebî"nin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100'ü küçük 4'ü büyük kitap olmak üzere, bu Peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır. Bilindiği üzere, bütün Ülü'l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır. İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve her mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dînler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan "Ma'bûd"a ("Allah"a) yönelmeleri emredilmiştir. Burada hemen büyük İslâm âlimi İmâm Gazâlî'nin bir sözünü hatırlıyoruz; o buyuruyor ki: "İnsanlar üç gruptur. Birinci grup gıdâ gibidir, herkese her zaman lâzımdır. İkinci grup devâ (ilaç) gibidir, bazı insanlara bazen lâzım olur. Üçüncü grup ise illet (maraz, dert, hastalık) gibidir, herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır." Bütün Peygamberler ve onların vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan fertler, âileler ve cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır. Son Peygamber olan Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), 23 senede, 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, "hayırlı ümmet" meydâna getirmesi, onların da 50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdût imkânlarla Endülüs'ten Çin'e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, medeniyet, adâlet, hakkâniyet, insanlık, insan hakları, nûr ve hidâyet, tek kelimeyle söylemek gerekirse, Allahü teâlânın mukaddes dîni İslâmiyyet'i götürmeleri konusu ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur. Makâlemizin burasında şunu da belirtelim ki: İnsanlar cemiyet halinde yaşamak mecbûriyetindedirler. Bu cemiyetin de en küçük birimi âiledir; bu bakımdan âile, toplumun temel taşıdır. Bilindiği üzere âile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü topluluktur. Bu yuva, topluluğun küçük-büyük bütün fertlerinin olgunlaştığı, bir hayât okuludur. Şüphe yok ki, âile içerisinde her ferd, birbirinin bilgi ve tecrübesinden faydalanmaktadır. Bu faydalanma bir ömür boyu devam eder, devâm etmesi de lâzımdır. Âileler bazen küçük bir çekirdekten ibâret olur, bazen de çok geniş olur. Ama ne kadar yazıktır ki, bugün cemiyetimizde en çok hücûm edilen, taşlanan, dejenere edilmek istenen müessese de âile müessesesidir. İnsan, madde ve ma'nâdan oluşur "Alexis Carrel" gibi Batılı bazı bilim adamları, "İnsan Denen Meçhûl" adıyle kitap yazmak suretiyle, insanı bir muammâ olarak gösteriyorlarsa da, insanı, -temel kaynaklarımızda zikredilen sıfatlarıyla- şöyle ta'rîf etmek mümkündür: İnsan, "madde" ve "ma'nâ" (yani "beden" ve "rûh") olmak üzere iki unsurdan meydâna gelen, "Allah'ın yeryüzündeki halîfesi" kılınan (Bakara, 30), "a'lâ-yı illiyyîn"e çıkmaya namzed yapılan (Âl-i İmrân, 139; Mutaffifîn, 18-19), "eşref-i mahlûkât" olarak (İsrâ, 70), "ahsen-i takvîm" üzere yaratılan (Tîn, 4), "mükerrem" (İsrâ, 70) bir varlıktır. Fakat nefsinin esîri olduğu zaman, "esfel-i sâfilîn"e (Tîn, 5) yuvarlanmaya, hayvanlardan aşağı bir derekeye düşmeye mahkûm (A'râf, 179; Furkân, 44) bir yaratıktır. Demek ki insan oğlu, ne melekler gibi sırf "nûrânî" bir varlık, ne de hayvanlar gibi sâdece bir "maddî" varlıktır. İnsan, meleklerden üstün seviyeye çıkabilen, kendisine, muhtaç olduğu bütün ni'metler ihsân edilen (Lokman, 20; Nahil, 18), âhirette bunlardan hesâba çekilecek olan (Tekâsür, 8), belli bir yaratılış gâyesiyle bu dünyâya gönderilen, yanî "Allahü teâlâyı tanımak ve ibâdet etmekle mükellef (Zâriyât, 56) bir kuldur." İslâm âlimleri, insanların yaratılış gâyeleri hakkında buyuruyorlar ki: Mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm'de de (Zâriyât:56) belirtildiği üzere, insanlar ve cinnîler, Allahü teâlâya ibâdet, kulluk etmek için yaratılmışlardır. Sonsuz saâdete kavuşmak için yaratılış gâyesine dikkat etmelidir. Akıllı olan kimse, kulluk vazîfesini hakkıyla yapar.