Orta Asya Türkleri arasında İslâmiyeti yayan büyük bir âlim ve velî olan Ahmed (bin Muhammed bin İbrâhîm bin İlyâs) Yesevî, Türkistân'ın "Yesi" şehrinde, kıymetli bir âile yuvasında, bir ilim-irfân evinde gözlerini dünyaya açmıştır [bunun için Yesevî diye meşhur olmuştur], ama doğum tarihi bilinmemektedir. Fakat Ahmed Yesevî'nin vefât tarihi bellidir: 1194 (H. 590) senesinde, Yesi'de vefât edip, oraya defnedilmiştir. Ahmed Yesevî'nin nesebi, Hazret-i Ali'nin (radıyallahü anh) oğlu Muhammed b. Hanefiyye'ye (rahmetullahi aleyh) ulaşır; ama soyu Hazret-i Fâtıma'ya (radıyallahü anhâ) dayanmadığı için, Seyyid değildir. Annesi Ayşe Hanım, Evliyâdan Şeyh Mûsâ'nın kızı ve yine Evliyâdan Şeyh Hâce İbrâhîm'in hanımıdır. Annesini çok küçük yaşta, babasını ise yedi yaşında iken kaybeden Ahmed Yesevî (rahmetullahi aleyh), belli bir yaşa gelince, önce Şeyh Arslan Baba'dan ders almıştır. Onun kalplere hayât ve huzûr veren söz ve sohbetleri ile teveccühlerine, görüp-gözetmesine kavuşmuştur. Kendisinde, daha çocuk yaşta iken başlayan evliyâlık hâl ve dereceleri de günden güne artmıştır. Kısa zamanda yüksek makâm ve derecelere ulaşmıştır. Zamanındaki âlim ve velîlerin en büyüklerinden, en üstünlerinden olmuştur. Ahmed Yesevî, bundan sonra hocası Arslan Baba'nın ma'nevî işâreti ile Buhârâ'ya gitmiş, orada Ehl-i Sünnet Âlimleri'nin en büyüklerinden olan Yûsuf-i Hemedânî'ye bağlanmış ve onun yanında ma'nevî ilimleri tahsîl etmiştir. İnsanlara ilim öğretmek, doğru yolu göstermek için, ondan icâzet (diploma) almış, bu büyük zâtın halîfeleri arasına katılmıştır. Hocası Yûsuf-i Hemedânî'nin vefâtından sonra, bir müddet Buhârâ'da kalıp talebe yetiştirmiş, bir zaman sonra, onların terbiye edilmesini, yetiştirilmelerini Yûsuf-i Hemedânî'nin en önde gelen, gözde talebesi Abdülhâlık Goncdüvânî'ye bırakıp, kendisi Yesi'ye dönmüş ve talebe yetiştirmeye orada devâm etmiştir. Türklere İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya ve talebe yetiştirmeye burada devâm ederken, talebesi gitgide çoğalmış, büyüklüğü ve şöhreti, kısa zamanda Türkistân, Mâverâünnehir, Horasân ve Hârezm'e yayılmıştır. Fıkıhta Hanefî mezhebinde idi. Zâhirî ve bâtınî bütün ilimlerde derin âlim olan Ahmed Yesevî, Hızır (aleyhisselâm) ile de görüşüp sohbet ederdi. Ahmed Yesevî, yetiştirdiği binlerce talebenin her birini bir memlekete göndermek suretiyle, İslâmiyet'in doğru olarak öğretilip yayılmasını sağlamıştır. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bazıları, sonraları Moğolların katliâmından kaçıp kurtulmak suretiyle Anadolu'ya da gelmişlerdir. Bu sûretle onun yolu, Anadolu'da yayılıp tanınmıştır. Anadolu'nun Müslümân Türklere yurt olması, O'nun ma'nevî işâretleri ile hâzırlanmıştır. Ahmed Yesevî, değişik memleketlerde, "Pîr-i Türkistân", "Hazret-i Türkistân", "Hazret-i Sultân", "Hâce Ahmed", "Kul Hâce Ahmed [veya Kul Ahmed Hâce]" gibi lakablarla tanınmaktadır. Muhammed Âlim Sıddîkî isimli müellif, "Lemehât min Nefehâti'l-Kuds" isimli Farsça eserinde, Ahmed Yesevî hakkında: "Hz. Hâce Ahmed el-Yesevî Sultânü't-Tarîka, Burhânü'l-Hakîka, Kıdvetü'l-Kâmilîn, Zübdetü'l-Ârifîn, Kutbü'l-Küberâ, Gavsü'l-Urefâ, Âlimü'l-Ulûmi'r-Rabbâniyye, Kâşifü'r-Rumûzi's-Sübhâniyye, Senedü't-Tavâif, Senedü'l-Avârif, Ferîdü'l-Asr, Vahîdü'd-Dehr, Şemsü'l-Evliyâ, Bedrü'l-Asfiyâ'" lakablarını ve sıfatlarını kullanmıştır. Bu sıfatları bugünkü Türkçe ile ifâde edecek olursak, ma'nâsı şöyledir: "Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri, tarîkatin sultânı, hakîkatın burhânı (delîli), kâmillerin önde geleni, âriflerin zübdesi (özü), büyüklerin kutbu, âriflerin gavsı, Rabbânî ilimleri bilen, Sübhânî remizleri (işâretleri) keşfeden (anlayan ve açan), dînî grupların dayanağı, âriflerin mesnedi, asrın bir teki, zamanın bir tanesi, Evliyânın güneşi, asfiyânın (seçilmişlerin) bedri (dolunayı)'dır." Bu vesîleyle, Hoca Ahmed Yesevî başta olmak üzere, târih boyunca milletimize, memleketimize, dînimize, devletimize ve insanlığa hizmeti geçmiş bütün büyüklerimizi minnet ve rahmetle anıyoruz.