Allahü teâlânın kullarına yardımda bulunmak, çeşitli şekillerde onlara iyilik yapmak, Cenâb-ı Hakk'ın merhametini celbeder, O da yardım yapanlara yardım eder ve onların dünyevî ve uhrevî çeşitli sıkıntılarını giderir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Hastalarınızı sadaka ile tedâvî edin. Sadaka, her hastalığı ve belâyı defeder." [Beyhekî] Bir sıkıntıya düşen, kendisinde veya âile fertlerinde hastalık olan kimse, çok sadaka vermelidir. Çünkü hadîs-i şerîfte: "Sadaka vermekte acele edin, çünkü belâ sadakayı geçemez" [Beyhekî] buyurulmuştur. Yine hadîs-i şerîflerde: "Sadaka ömrü uzatır, kötü ölümden korur, kibri ve tefâhuru da giderir." [Taberânî] "Ana-babaya ihsân, ömrü uzatır ve kötü ölümden korur." [Ebû Nuaym] "Ömrünün uzun ve rızkının bol olmasını isteyen, ana-babasına ihsânda bulunsun ve sıla-i rahim yapsın." [İmâm Ahmed] "Ömrü, ihsândan gayrısı artırmaz" [Nesâî] buyurulmaktadır. SADAKA VERMELİ VE DUÂ ETMELİ Sadaka, ihsân, sıla-i rahim, ana-babaya iyilik ve duânın, insanlara mâddî ve ma'nevî pekçok faydaları vardır. Hele duâyı, Allahü teâlânın mübârek kulları, günâhsız ağızlarıyla yaparlarsa, bunun birçok menfaati görülür. Bununla ilgili, birçok kitapta nice misâller vardır. Biz bugünkü makâlemizde, sizlere bununla ilgili birkaç misâl arz etmek istiyoruz: 1- Hirât'ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî'yi (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok sevenlerden biri anlatmıştır: Geylânlı büyük velîlerden biri hastalandı. Her geçen gün hastalığının şiddeti artıyordu. Görenler; "Bu hastalıktan kurtulmak imkânsızdır; mutlaka ölür" diyorlardı. Herkes ümîdini kesmişti. Hastalığının iyice ağırlaştığı bir gün, talebeleri, oğulları ve yakınları başında toplandılar. Artık vefâtını bekliyorlardı. Hasta bir ara gözlerini açtı. Yatağında doğrulmaya başladı. Etrâfındakiler hayretle hastaya bakıyorlardı. Çünkü, günlerce değil doğrulmak, bir taraftan diğer tarafa bile dönemiyordu. Şimdi ise bir ânda yatağında doğruldu. Ayağa kalktı. Tamâmiyle iyileşmiş gibi hareket etmeye başladı. Oradakilere iyi olduğunu, hiçbir ağrı ve sızısının kalmadığını söyleyince, ahbâbı dağılıp evlerine gittiler. Herkes gidince, yakınlarından birine; "O kadar hasta idim ki, sanki rûhum bedenimden ayrılmak üzereydi. O ızdıraplı ânımda, gözüme Mevlânâ Câmî hazretleri göründü. Yanıma oturup bana teveccüh etti ve iltifâtlarda bulundu, iyi olacağımı bildirerek kayboldu. Ben de, o gittikten sonra hemen ayağa kalktım. Hiçbir rahatsızlığımın kalmadığını gördüm" dedi. 2- Evliyânın büyüklerinden Muhammed Hânî'nin (rahmetullahi aleyh) torunu Şeyh Abdülmecîd Hânî anlatır: "Bizzat şâhid oldum ki, en büyük amcam Şeyh Ahmed, böbreklerinde taş olduğu için çok rahatsızlanmıştı. Birçok tabîbe başvurduğu hâlde, derdine çâre bulamamışlardı. Bu durumu Muhammed Hânî hazretlerine arz ettiği zaman, dedem ona bir şey yazdı. O yazıyı bir tasa koyup üzerine su dökmesini, sonra da ondan içmesini söyledi. O da dedemin söylediği gibi yaptı. Bir müddet sonra böbreklerindeki taş parçalanarak idrârla berâber dışarı çıktı. Böylece amcam hastalıktan kurtuldu." 3- Ebû Muzaffer isimli bir zât, velîlerden ve Hanbelî mezhebî fıkıh âlimlerinden Muhammed Kudâme (rahmetullahi aleyh) ile ilgili olarak şu hâdiseyi anlatmıştır: "Bir defâsında kulunç hastalığına yakalanmıştım. Ağrılarımın şiddetinden çok sıkıntı çektim. Bir gün yanıma, Ebû Amr Muhammed bin Ahmed [Muhammed Kudâme] hazretleri geldi. Elinde küçük parçalar hâline getirilmiş harnûb (keçi boynuzu) vardı. Bana 'bundan ye' dedi. Yanımda bulunanlar, 'o, kulunca zararlıdır, arttırır' dediler. Ben onların sözüne aldırmayıp, alıp yedim ve hastalıktan kurtuldum." İnşâallah iki hafta sonra [23-24 Ekim Cuma ve Cumartesi günkü makâlelerimizde], tekrâren, muhtelif hastalıkların tedâvîleriyle ilgili bazı alternatif çarelerden bahsetmek istiyoruz.