Herkesçe bilindiği gibi, mahlûkât[yaratıklar]ın en üstünü olan insanların, diğer varlıklardan imtiyâzlı ve üstün olmaları, kuvvetle, vücut iriliğiyle, çok yemekle, yiğitlikle değil; îmân, ilim, edep, ahlâk ve takvâ iledir. Bilindiği üzere, ilk emri, "Oku" diye başlayan İslâm dîninde ilme büyük ehemmiyet verilmiştir. Hazret-i Mevlânâ'nın "Mesnevî-yi Şerîfi" de "Dinle" emriyle başlamaktadır. İlim mevzûunda, ilmin temîn edeceği yüksek dereceler husûsunda, Kur'ân-ı kerîmde müteaddid âyet-i celîleler ve Peygamber Efendimizin birçok hadîs-i şerîfleri vardır. Neden? Çünkü, şüphesiz ki kâmil bir îmân, tâm bir tâat ve ibâdet, Allahü teâlâya ve Resûl-i Ekremine bi-hakkın itâat ve ittibâ, iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme, i'lâ-yı kelimetullah için yapılacak çalışmalar, İslâmı en iyi şekilde teblîğ, Allah yoluna da'vet ve sâir hizmetler, lâyıkı vechile, ancak ilim, irfân ve hikmetle yapılabilir. Onu doğru tanımak lâzım Kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyüklerden Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretleri, onun hakkında, "Mevlânâ Celâleddîn, Evliyânın büyüklerinden ve Ehl-i sünnet âlimlerinden idi" buyurmuştur. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'den istifâde edebilmek için, onu doğru bir şekilde tanımak lâzım. Onun için biz bu makâlemizde, Mevlânâ'nın kendi sözlerinden ve muteber İslâm âlimlerinin onun hakkında yazdıklarından ve buyurduklarından hareketle, onu doğru bir şekilde tanımaya ve tanıtmaya gayret edeceğiz: Hazret-i Mevlânâ'yı yalnız bir mütefekkir, şâir, hümanist gibi düşünmek, en azından Mevlânâ'yı çok eksik ve yarım anlamak, hattâ hiç anlamamak demektir. Nitekim aşağıdaki sözü, onu, sözlerini ve yolunu anlamanın anahtarıdır. Bunu da bizzât kendisi dile getirmiştir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, çok açık bir şekilde kendisini şöyle tanıtmıştır: "Ben hayâtta olduğum müddetçe, Kur'ân'ın kölesiyim; Muhammed muhtârın [Mustafâ'nın] yolunun [ayağının] tozuyum. Kim benden, bundan başka bir söz naklederse, ben hem o sözden, hem de o sözü söyleyen kimseden bîzârım (râhatsızım)." Onun, çeşitli dîn, mezhep, meşrep sâhibi kimseleri kendisine hayrân bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, aslında mensûp olduğu İslâm dîninin yüksek ahlâk telakkîsinden bazı örneklerdir. Onda, bunlardan başka, İslâm ahlâkının diğer husûsları da kemâl derecede mevcuttur. Bunların hepsini saymak, İslâmiyet'i tam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur. Dünyaya nûr saçan Mesnevî'sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlânâ Câmî'nin kitâbı olup, bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara Vâlîsi Âbidîn Paşa'nın şerhi çok kıymetlidir. Hazret-i Mevlânâ, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. Kâdirî tarîkatında idi. İlmi, teşbîhleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarîkat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibâdet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlânâ'nın vefâtından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Mevlevîlik, [bir zamanlar] câhillerin eline düştüğünden, bunlar "ney"i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar; ibâdete, İslâm dîninin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hele bunların câmi ve mescidlerde yapılması çok büyük günâhtır. Eski Ankara vâlîlerinden ve ulemâdan Âbidîn Pâşâ, yukarıda mezkûr şerhinde, "ney"in, "insân-ı kâmil" olduğunu ifâde ve ispat etmektedir. Bugün, bu tasavvuf üstâdının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübârek zâtın çalgı çaldığını, bu âletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibâr etmezler. Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Raks etmedi, dönmedi. Bunları sonra gelenler uydurdular. Hazret-i Mevlânâ, bırakın ney çalmayı, dans etmeyi, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmamıştır. Hikmet dolu sözlerinden... "Büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir" şeklinde bir cümle var. Onun için bugün sizlere, Hazret-i Mevlânâ'nın hikmet dolu sözlerinden bazılarını nakletmeye çalışacağız: "Helâl kazanıp helâlden yemelidir; helâlden giyinmeli ve çalışmalıdır. Her hareketi, Resûlullah Efendimize uydurmalıdır." "Tenhâda, yalnız kalınca da günâhtan sakınmalıdır." "Hep iyi insanlarla beraber olun. Ya hayır konuşun veya susun. İnsanların sıkıntılarına sabredin. Bilin ki, insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır." Mevlânâ hazretleri, hasta döşeğinde yatmakta iken, "Ben size, gizlide ve açıkta Allahü teâlâdan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az söylemeyi, günâhlardan çekinmeyi, oruca, namaza devâm etmeyi, dâimâ şehvetten kaçmayı, halkın eziyetine ve cefâsına dayanmayı, sefîh, aşağı kimselerle düşüp kalkmaktan uzak durmayı, kerîm olan sâlih kimselerle berâber olmayı vasiyet ederim. Çünkü insanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd, yalnız Allahü teâlâya mahsûstur" buyurdu.