"Hazret-i Peygamberi Anma ve Peygamberlere Saygı Haftası" münâsebetiyle -3-

A -
A +

Yüce Allah, ilk Peygamber Hz. Adem'den son Peygamber Muhammed aleyhisselâma kadar, muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere, birçok "Peygamber" göndermiş, bazılarına "Kitap" ve "Suhuf" da vermiştir. Bu peygamberlerden 6'sına "Ülü'l-azm", 313'üne "Resûl", 124 binden ziyâdesine de "Nebî" denildiği malûmdur. Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, bunlarla sırât-ı müstakîmin, doğru yolun, rızâ-i İlâhî'ye ve Cennet'e götüren yolun, ebedî saâdet yolunun gösterilmiş olması, şeksiz ve şüphesiz, yüce Allah'ın, kullarına olan nimetlerinin en büyüğüdür. Bunların hepsinin hedefi, "insân-ı kâmil" yani "iyi ferd", "iyi âile", "iyi cemiyet" yanî güzel ahlâklı insanlar meydâna getirmek olmuştur. Peygamberler, Yüce Allah tarafından seçilip beşeriyete gönderilmiş çok kıymetli insanlardır. Ümmetlerini, Cenâb-ı Hakk'a çağırmak, sapık, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir. Dâvetlerini kabûl edenlere, "Cennet"i müjdelemişler, inanmayanları "Cehennem" azâbı ile korkutmuşlardır. Onların Allâhü teâlâdan getirdikleri her haber doğrudur, yanlışlık ihtimâli yoktur. Peygamberler hakkında, Kur'ân-ı kerîm'de bazı âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruluyor ki: "... Peygamberler göndermedikçe azap yapmayız." (İsrâ sûresi, 15) "Peygamberin, üzerinizdeki (vazîfesi) ancak ilâhî emirleri teblîğdir. Allâh, açıkladığınız ve gizlediğiniz (sözlerle hareketlerinizin) hepsini bilir." (Mâide sûresi, 99) "(Îmân edenleri Cennetle) müjdeleyici, (küfredenleri de Cehennemle) korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların (yarın) kıyâmette: (Bizi îmâna çağıran olmadı) diye Allâh'a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah azîzdir, hükmünde hikmet sâhibidir." (Nisâ sûresi, 165) Demek ki Peygamberler, insanlara hem müjde vermek, hem de onları korkutmak için gönderilmişlerdir. Böylece, insanların Allahü teâlâya özür, bahâne ileri sürmeleri önlenmiştir. "Allâh'ı ve resûllerini inkâr eden kâfirler, Allâhü teâlânın emirleriyle Peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. 'Bir kısmına inanırız; bir kısmına inanmayız' diyorlar. Îmân ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onlar(ın hepsi) hakîkaten kâfirdirler. Kâfirlere, çok acı azâbları (Cehennem azâbını) hazırladık." (Nisâ sûresi, 150-151) Şüphesiz ki diğer Peygamberler gibi Sevgili Peygamberimiz de, aynı îmân ve i'tikâd esâslarını, "Âmentü Esâsları" diye bildiğimiz umdeleri teblîğ etmiştir. Burada yeri gelmişken ehemmiyetle belirtmek gerekir ki, İslâmın birinci şartı, bilindiği gibi, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselâm) îmândır. Ya'nî onlara inanmak, onları sevmek ve sözlerini beğenip, kabûl etmektir. Yüce Rabbimiz: "Peygamber, mü'minlere canlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; [O, mü'minler nazarında kendi nefislerinden, canlarından daha önce gelir; Mü'minlerin, Peygamber'i kendi nefislerinden daha çok sevmeleri gerekir.] O'nun hanımları da onların anneleridir....." [Ahzâb, 6] buyuruyor. Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden, kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titreyen], mü'minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir. (Ey Habîbim Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse, aldırmazlarsa, onlara de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O, yüce Arş'ın sâhibidir, [O, büyük Arş'ın Rabbi'dir.]" (Tevbe, 128-129) Aslında, kâinâtın Efendisi Muhammed aleyhisselâmı, lâyıkı vechile, doğru bir şekilde beşeriyete tanıtmak, biz Müslümanlar için bir insanlık, Müslümânlık ve vefâ borcudur. Çünkü İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, saâdetlerin başı, Muhammed aleyhisselâmı tanımak, sevmek, O'na îmân etmek, tâbi ve teslîm olmaktır. Bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikler, üstünlükler ve güzellikler kendisinde toplanmış olan, dünyâ ve âhiretin Efendisi, insanların ve cinnîlerin Peygamberi olan Resûl-i Ekrem Muhammed aleyhisselâm'ı gündemde tutmak, akıllarda ve fikirlerde, hâtırlarda ve gönüllerde bulundurmak, bütün insanlara tanıtmak ve sevdirmeye çalışmak çok şerefli bir iştir. Bu, kültürlü, münevver, imkânı olan ve gücü yeten her Müslümanın işi olmalıdır. Her mü'minin, Resûlullah'ı çok sevmesi lâzımdır. Çünkü, başta "Sahîh-i Buhârî" olmak üzere, birçok hadîs kitâbında yer alan bir hadîs-i şerîfte, "Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten dahâ çok sevmedikçe, [kâmil ma'nâda] îmân etmiş olmaz" buyuruldu. Hadîs-i şerîfin diğer bir rivâyeti de şöyledir: "Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz." Resûlullah Efendimizin üstünlüklerini anlatan yüzlerce kitap yazılmıştır. İnşâallah, ileride onlardan da bahsederiz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.