Dünkü makâlemizde, birazcık "şükür" üzerinde durmuştuk. Bugün de şükür konusunda, bazı âlim ve velîlerden birtakım nakiller yapmak istiyoruz... Kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultânül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: "Allahü teâlânın ni'metleri, her ân herkese gelmektedir. O hâlde her zaman O'na şükretmek lâzımdır." "Her ni'met, bir külfet karşılığıdır" sözünü hepimiz biliriz. Bize ihsân buyurulan îmân ni'metinin şükrünü yapabilmek için, îmânın kıymetini, fazîletini ve ne büyük bir cevher olduğunu başka insanlara da anlatmak, duyurmak lâzımdır. "İnsanlar, ebedî ateşte yanmasın" düşüncesinde olmak lâzımdır. Zâten "emr-i ma'rûf" da bu demektir. Evliyânın büyüklerinden Gavs-ı A'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Şükrün esâsı, ni'metin sâhibini bilmek, bunu kalb ile i'tirâf etmek ve dille söylemektir." Âlim ve velîlerin büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine "Şükür nedir?" diye sordular. Cevâbında; "Şükür; gönlünün, ni'met veren Allahü teâlâya tam bağlı olmasıdır" cevâbını verdi. Horasan'da yetişen velîlerin meşhûrlarından, tefsîr, kırâat, hadîs, fıkıh ve tasavvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Şükür, Allahü teâlânın lutuf ve ihsânını, rahmetini görmektir. Bütün ni'metlerin, O'ndan geldiğini anlamaktır." Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi aleyh): "Kulun Allahü teâlâya şükretmesi, O'nun kuluna verdiği ni'metlerle, O'na isyân etmemesidir. Çünkü kulun bütün uzuvları, Allahü teâlânın kuluna olan lutuf ve ni'metleridir." Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi aleyh): "Şükrün neticesi; Allahü teâlâyı sevmek ve O'ndan korkmaktır." Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi aleyh): "Sıhhatte olup şükretmeyi, belâ gelip de sabretmekten daha çok severim." Velîlerin meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi aleyh): "Şükür; ni'meti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, ni'meti vereni bilmeye götürür. Bu ma'nâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir." Kûfe ve Şam taraflarında yaşamış olan İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve evliyâdan Ebû İshâk el-Fezârî (rahmetullahi aleyh), Allahü teâlânın kullarının, kendilerine verilen ni'metlere şükretmesi gerektiğini söyler ve buyururdu ki: "Bir ni'mete kavuşan kimse 'Elhamdü lillahi alâ külli hâl' duâsını okursa, o ni'mete şükretmiş olur. Bir musîbetle karşılaşınca bu duâyı okursa, o musîbete sabretmiş olur." Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi aleyh): "Bir kimse bir ni'mete kavuşur da bunun şükrünü yapmazsa, o ni'met elinden gider de, o kimsenin haberi bile olmaz" diye bir îkâz yapmaktadır. Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi aleyh) ise: "Şükür, ni'mete hakkıyla şükretmekten âciz olduğunu bilmektir" buyurdu. Yine Ebû Osman Mağribî buyurdu ki: "Avâm, yiyecek ve giyecek şeyler nev'inden ni'metlere şükrederler. Havâs [seçilmişler] ise, kalplerine gelen feyizlere şükrederler." Yine meşhûr Evliyâdan Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi aleyh), kendisinden nasîhat isteyenlere buyurdu ki: "En faydalı şükür, yapılan günâhları, Allahü teâlânın setredip (gizleyip) hiçbir kuluna bildirmediğini bilmektir." Meşhûr velîlerden Ahmed bin Ebi'l-Havârî'ye (rahmetullahi aleyh), "Şükür edenlerin hâli nasıldır?" diye sorulduğunda; rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfle cevap verdi: "Her hâllerinde Allahü teâlâya şükredenler, ilk önce Cennet'e girecek ve en evvel haşrolacak kâfiledirler." Ehl-i Beyt'ten ve meşhûr velîlerden İmâm Câfer-i Sâdık (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Mihnete şükretmeyen, ni'mete de şükretmez" buyurdu. Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine bir kimse; "Efendim, dilimle Allahü teâlâyı zikrediyorum, ama kalbimle yapamıyorum. Ne yapayım?" diye sorunca; "Şükre devâm et, hiç olmazsa bir organın, dilin itâatkâr olur. Senden bir uzva, bu iş için yol açılmış; inşâallah bir gün kalp de ona uyar" buyurdu.