Çağımız, maalesef insanoğlunun en bunalımlı, huzûrsuz, rûh ve ma'nâ bakımından iflâs ettiği bir çağ olma özelliğini taşımaktadır. Günümüzde, bütün dünyâda hırsızlık, soygunculuk, gasp, darp, katil, cinâyet, ırza geçme... gibi akla, hayâle gelmeyen suçlar işlenmektedir. Sıkıntılardan kurtulmak isteyen bazı insanlar ise, içki, kumar ve uyuşturucuya yönelmekte, bir kısmı da, güyâ dertlerden kurtulmak için, intihâra teşebbüs etmektedir. Bugün, güzel ülkemizde millî ve manevî değerlerden mahrûm, mâzîsine, târîhine, kültürel değerlerine yabancı olan gençler arasında içki, kumar ve uyuşturucu alışkanlığının, çeşitli suçları işleme eğilimlerinin bir salgın ve moda haline geldiği; bu illetlerin, milletimizin yükselmesini ve memleketimizin ilerlemesini istemeyen düşman güçlerin yaymaya çalıştıkları anarşi ve terörden daha tehlikeli bir hastalık olduğu yetkililerce ifâde edilmektedir. Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların hem rûhî, hem de maddî refâhını en mükemmel şekilde te'min edecek prensipler getirmiş, insan hak ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiş, insanların yardımlaşmalarını, kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine hizmet etmelerini emretmiştir. İslâm dîni, ahlâkı ve medeniyeti, orijinaline uygun olarak, doğru bir sûrette öğrenilir ve öğretilirse, ona uygun yaşanırsa, bütün fertlerin, âilelerin, cemiyetlerin, hattâ tüm insanlığın, târihte olduğu gibi, günümüzde de râhat edecekleri, huzûr ve sükûn içerisinde, emniyet ve âsâyiş üzere yaşayacakları; terör ve anarşinin biteceği râhatlıkla söylenebilir. Büyük âlim ve velî Orta Asya Türkleri arasında İslâmiyeti yayan büyük âlim ve velî Ahmed Yesevî [ö. 1194 (h. 590)], küçük yaştan itibaren babasından feyz alıp bilâhare büyük âlim Baba Arslan'ın talebesi oldu. Onun kalblere hayât ve huzûr veren sohbetlerinde bulundu; teveccühlerine kavuşarak kısa zamanda tasavvuftaki yüksek derecelere ulaştı. Küçük yaşta meşhûr oldu. Baba Arslan hazretlerinin vefâtından sonra onun manevî işâretiyle Buhârâ'ya giderek Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüklerinden olan Yûsuf-ı Hemedânî'den manevî ilimleri tahsîl etti; ondan icâzet alıp talebe yetiştirmekle vazîfelendirildi. Zamanında bulunan âlimlerin ve evliyânın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu. Bir müddet Buhârâ'da kalıp, talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Bilâhare talebelerin yetiştirilmesini, Yûsuf-i Hemedânî'nin en büyük talebesi olan Abdülhâlık Goncdüvânî'ye havâle edip, kendisi Yesi'ye döndü. Türklere İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya ve talebe yetiştirmeye burada devâm etti. Talebeleri günden güne çoğaldı, büyüklüğü ve kıymeti kısa zamanda Türkistân, Mâverâünnehir, Horasân ve Hârezm'e yayıldı. Dergâhı fakîr, yetîm ve çâresizler için bir sığınak yeri idi. Herkese iyilik eder, kimseye sıkıntı vermezdi. İnsanların saâdet ve kurtuluşu için çalışırdı. Yetiştirdiği talebelerin her biri bir memlekete giderek, İslâmiyeti doğru olarak öğretip yaydılar. Ahmed Yesevî hazretleri zamanında Türkistan'a ilk Türk-İslam devletlerinden Karahânlılar hâkimdi. Bu devlet zamanında, İslâm dîninin Seyhûn Nehri boyları ile ahâlîsi göçebe olan Kazak-Kırgız memleketlerinde kolayca yayılmasını sağladı. Muhtelif nasîhatlerinde buyurdu ki: "Ey dostlar! Sakın ha câhil olanlarla dostluk kurmayınız." "Gönlünde Allahü teâlânın aşkını taşıyanlar dünyâ ile tamâmen alâkalarını kesmişlerdir. Bunlar halk içinde Hak ile beraber olurlar. Bir ân Allahü teâlâyı unutmazlar." "Kâfir bile olsa hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir." "Gönlü kırık zavallı ve garîb birini görürsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol." Netîce olarak söyliyelim ki, dînimize, dilimize, vatanımıza, târîhimize, güzel ahlâkımıza, bütün ilim adamlarımıza sâhip çıkmalıyız; bunlara ağırlık ve önem vermeliyiz; yeni nesillerimize, çocuklarımıza ve torunlarımıza bunları aktarmalıyız.