Sevgili Peygamberimiz "Ben, iki kurbânlığın oğluyum" buyurmuştur. Bugün ve yarınki makâlelerimizde, böyle buyurmasının sebeplerini açıklamak istiyoruz: İbrâhîm aleyhisselâm ateşten kurtulunca, - Yâ Rabbî! Bana sâlihlerden bir çocuk ihsân buyur, diye duâ etti. Allahü teâlâ, ona Hazret-i İsmâîl'i verdi... Bir gün [İsmâîl aleyhisselâm yedi yaşında iken], İbrâhîm aleyhisselâm ibâdet ettiği mihrâbda, oğluna olan bu muhabbet içinde uyudu. Rü'yâsında oğlu İsmâîl ile otururken, bir melek gelip: - Allahü teâlâ, bu oğlunu kurbân etmeni istiyor, dedi. İbrâhîm aleyhisselâm korku ile uyandı. O gün hep bu rü'yâyı düşündü. Onun için bugüne "Terviye" denildi. İkinci gece aynı rü'yâyı gördü; Rahmânî olduğunu anladı. Bu güne "Arefe" denildi. Üçüncü gece yine aynı rü'yâyı gördü. Artık Hak teâlânın emri olduğunda şüphesi kalmadı. Hanımı Hâcer'in yanına geldi: - Ey Hâcer, benim gözümün nûru oğlum İsmâîl'i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim, dedi. Sonra; Hazret-i İsmâîl'e dedi ki: - Yanına iple bıçak al! - Bunları ne yapacağız baba? - Allah rızâsı için kurbân keseriz, cevâbını verdi. Yolda giderken, şeytân, bir fırsatını bulup, yaşlı bir adam kıyâfetinde Hazret-i İbrâhîm'in hanımı Hâcer'in yanına geldi. Ona: - İbrâhîm, oğlunu nereye götürdü? deyince, Hazret-i Hâcer: - Bir dostunu ziyârete, diye cevap verdi. Şeytân: - Hayır, onu kesmeye götürdü, dedi. Hâcer vâlidemiz: - Baba, oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna mânidir, karşılığını verdi. Şeytân: - Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir, deyince, Hazret-i Hâcer: - Öyle ise Allahü teâlânın emrine uymak elbette lâzımdır. O'nun emrini, cân ü gönülden kabûl ederiz, dedi. Şeytân ondan yüz bulamayınca, bu defa yine aynı kıyâfette Hazret-i İsmâîl'in yanına geldi ve ona sordu: - Baban seni nereye götürüyor biliyor musun? - Dostunun ziyâretine. - Vallahi seni öldürmeğe götürüyor. - Sen hiçbir babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü? - Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir. - O emrettiyse, O'nun emrine cân ü gönülden râzıyım. İsmâîl aleyhisselâm, ihtiyâr kılığındaki Şeytândan sıkılmıştı. Babasına; - Bu ihtiyâr beni râhatsız ediyor, kalbime vesvese vermek istiyor, dedi. İbrâhîm aleyhisselâm; - Ona taş at! Yanından uzaklaşsın! buyurdu. İsmâîl aleyhisselâm taş atarak Şeytânı yanından uzaklaştırdı. Bu sırada Minâ'da olduklarından, hâcıların Şeytân taşlaması buradan kaldı. Hazret-i İsmâîl'den de yüz bulamayan Şeytân, bu defa İbrâhîm aleyhisselâmın yanına sokularak: - Ey İbrâhîm, sen yanlış hareket ediyorsun. Şeytân sana vesvese verdi. Sakın oğlunu boğazlama, sonra pişmân olursun; ama fayda etmez, dedi. - Vallahi bu, Hak teâlâ'nın emridir ve sen de Şeytânsın. İbrâhîm'e ve akrabâsına zarar yapamazsın! buyurdu. Şeytân rezîl olup geri döndü... Nihâyet Buseyr dağına vardılar. Hazret-i İbrâhîm, oğluna dönüp: - Ey oğlum! Rü'yâmda seni kurbân etmem emredildi. Buna ne dersin? dedi. İsmâîl aleyhisselâm sordu: - Babacığım! Beni boğazlamanı, Hak teâlâ mı emretti? - Evet evladım! Hazret-i İsmâîl, babasının, "Evet" demesi üzerine, Rabbinin emriyle kurbân edileceğini, buna sabrederse, Hak teâlâ'nın rızâsına kavuşacağını anlayıp çok sevindi. Babası, onun bu sevincine sevindi: - Evlâdım! Seni öldüreceğimi haber veriyorum, sen ise seviniyorsun! - Babacığım nasıl sevinmeyeyim? Benim tek arzum, Allahü teâlâya O'nun rızâsı üzere kavuşmaktır. Böylece O'nun rahmet ve Cennetine de nâil olurum. Dünyânın ömrü müddetince eziyet çeksem, bu devlete kavuşmak çok zor. Babacığım, nasıl emir almışsan onu yap. Oğul fedâ eylemek senden, can fedâ eylemek de bendendir. İşini çabuk bitir. Zîrâ canım dosta kavuşmakta acele ediyor. - Babacığım, Nemrûd seni ateşe atınca sabrettin ve Hak teâlâ senden râzı oldu. Ben de boğazlanmaya sabredeceğim... Keşke daha önce haber verseydin de anneme vedâ edip, birbirimizin boynuna sarılıp ağlaşsaydık. [Konunun devâmını, yarınki makâlemizde ele alalım inşâallah.]