İslâm âlimlerinin en meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden olan İmâm Gazâlî'nin ismi, Muhammed bin Muhammed; künyesi, "Ebû Hâmid"; lakabı "Hüccetü'l-İslâm" ve "Zeynüddîn"dir. "Tûsî" ve "Gazâlî" nisbeleri ile meşhûr olmuştur. 1058 (H. 450) senesinde İran'ın Tûs şehrinde doğdu. 1111 (H. 505) senesinde yine Tûs'ta vefât etti. Kabri "Taberân" denilen yerdedir. İmâm-ı Gazâlî'nin babası, âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmayan, sâlih ve fakîr bir zâttı. Yün eğirip Tûs şehrindeki dükkânında satan bu sâlih zât, elinden geldiği kadar, âlimlere yardım ve iyilik eder, hizmetlerinde bulunurdu. Ulemânın nasîhatlarını dinleyince ağlar ve Allahü teâlâya yalvararak kendisine âlim bir evlât vermesini isterdi. Allahü teâlâ da, onun bu duâsını kabûl edip, Muhammed ve Ahmed isminde iki oğul ihsân etti. Baba, vefâtının yaklaştığını anlayınca, iki oğlunu, hayır sâhibi ve zamânın sâlihlerinden bir arkadaşına bıraktı. Ona bir miktâr mal vererek vasiyette bulundu ve dedi ki: "Ben kendim, âlim olamadım; bu yolla kemâle gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardımcı olmanızdır. Bıraktığım bütün para ve erzâkı, onların tahsîline sarf edersiniz." Arkadaşı, bu vasiyeti aynen yerine getirdi. Babalarının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, oğullarının yetişip olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; "Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsîl ve terbiyenize harcadım. Ben de fakîrim, param yoktur. Size artık yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çâreyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devâm etmenizde görüyorum" dedi. Bunun üzerine iki kardeş, bu doğru söze uyup, medreseye gittiler. Çocukluğundan îtibâren ilim tahsîl eden Muhammed Gazâlî, fıkıh ilminin bir kısmını kendi memleketinde okudu. Bir müddet sonra Cürcân'a giderek oradaki âlimlerden İmâm Ebû Nasr İsmâîlî'den ders aldı. Üç sene kadar Cürcân'da ilim öğrendi. Sonra tekrar memleketi olan Tûs'a dönmek üzere yola çıktı. Yolculuk sırasında, katıldığı kervanın önünü eşkıyâ (yol kesiciler) çevirdi. Kervanda bulunan herkesin kıymetli eşyâsını aldıkları gibi, ilim tahsîlinden dönen Muhammed Gazâlî'nin üç sene boyunca tuttuğu notları ve kitaplarını da aldılar. Muhammed Gazâlî hazretleri, yol kesicilerin arkasından gidip kitaplarını ve notlarını vermeleri için yalvardı. "Ne olur, işinize yaramayan ders notlarımı bana geri verin" dedi. Eşkıyâ çetesinin reîsi; "Nedir onlar? Nasıl şeylerdir?" dedi. Muhammed Gazâlî hazretleri; "Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim. Gurbetlere gittim. Benim öğrendiğim bütün bilgiler o notların içindedir" dedi. Eşkıyâ reîsi, küçümser bir ifâdeyle gülerek; "Sen onları bildiğini nasıl iddiâ ediyorsun? Biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun" dedi ve ders notlarını geri verdi. Zâten ilim âşığı olan Muhammed Gazâlî, eşkıyâ reîsinin bu sözlerinin de tesîrinde kalarak kendi kendine; "Allahü teâlâ, beni îkaz için, yol kesiciyi o şekilde konuşturdu" dedi. Tûs'a gelince, üç yıl bütün gayretiyle çalışarak Cürcân'da tuttuğu notların hepsini ezberledi. O hâle geldi ki, yol kesiciler o notların hepsini alsa, artık ona zararı olmazdı. Memleketinde bulunduğu üç sene içinde, âlim zâtların derslerine ve ilim meclislerine devâm etti. Zaman zaman, büyük velî Ebû Alî Fârmedî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Daha sonra, zamânının büyük ilim ve kültür merkezi olan Nîşâbûr'a gitti. Büyük âlim İmâmü'l-Haremeyn Ebü'l-Meâlî el-Cüveynî'nin ders halkasına devâm etti. Bu hocası, onda üstün bir zekâ, kâbiliyet ve çalışkanlık görünce, kendisine büyük alâka gösterdi. Burada, "Usûl-i Fıkıh (İslâm Hukûku Metodolojisi)", "Fıkıh (İslâm Hukûku)", "Usûl-i Hadîs", "Kelâm", "Mantık" ve "Münâzara" ilimlerini öğrendi. Bu hocasından başka, devrin büyük âlimlerinden de dersler okudu. Nişâbûr'da tahsîlini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyat hâmîsi olan Selçuklu vezîri, üstün devlet adamı Nizâmü'l-Mülk'ün dâveti üzerine Bağdât'a gitti. Nizâmü'l-Mülk'ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamânın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî'nin ilminin derinliğine ve meseleleri îzâh etmedeki üstün kâbiliyetine hayrân kaldıklarını i'tirâf ettiler. Üstün vasıflarından dolayı hem âlimler, hem de halk tarafından çok sevildi. O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensupları, onun yüksek ilmi yanında, en zor, en ince mevzûları, en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve îzâh etme kâbiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perîşân ve mağlûb oldular. Bu sırada otuzdört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî'nin İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu vezîri Nizâmü'l-Mülk, onu Nizâmiye Medresesi(Üniversite)'nin Başmüderrisliğine (şimdiki tâbîriyle Rektörlüğüne) tâyin etti. Bu medresenin başına geçen İmâm-ı Gazâlî, üç yüz seçkin talebeye, lüzûmlu olan bütün ilimleri öğretti. Bunlardan başka da, pek çok talebe yetiştirdi. Bir taraftan talebe yetiştiren, diğer taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizâmiye Medresesinde bulunduğu yıllarda, "el-Kitâbü'l-Basît fil-Fürû'", "el-Kitâbü'l-Vasît", "el-Vecîz", "Meâhızü'l-Hilâf" adlı kitaplarını yazdı. Ayrıca bazı sapık fırkaların görüşlerini çürütmek için de bir kısım eserler yazdı.