Dünkü makâlemizde kısaca biyografisinden bahsettiğimiz İmâm-ı Gazâlî, Nizâmiye Medresesinde bulunduğu yıllarda, eski Yunan ve Latin filozoflarının sapıklıklarını ortaya koymak için, Rumcayı öğrenerek felsefecilerin kitaplarının asılları üzerinde, üç sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnâsında, felsefecilerin maksatlarını açıklayan "Mekâsıdü'l-Felâsife" ve felsefecilerin görüşlerini reddeden "Tehâfütü'l-Felâsife" kitablarını yazdı. İmâm-ı Gazâlî'nin, bu çalışmalarını işiten bâzı kimseler, onu "felsefeci" zannetmişlerdir. Bunun sebebi, "felsefe" ile "tefekkür" arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler ise, aklı kullanmakla berâber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdikleri îmânı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için de îmân odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi, îmân olmayınca da akıl doğru yolda yürüyemez. Binâenaleyh İmâm-ı Gazâlî, "filozof" değil, "müctehid"tir, "müceddid"tir. Zâten İslâmiyette felsefe ve filozof olamaz; İslâm âlimi olur. İslâm dîninde, felsefenin üstünde İslâm ilimleri, filozofun üstünde de İslâm âlimleri vardır. Bağdât'ta bulunduğu sırada ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgûl olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kardeşi Ahmed Gazâlî'yi yerine vekîl bırakarak, uzun bir seyâhatte bulunmak üzere Bağdât'tan ayrıldı. Şâm'a giderek velîlerle görüştü ve sohbet etti. Tasavvuf büyüklerinin kitaplarını okudu; onlardan rivâyet edilen sözleri ve hâllerini inceledi. Bir müddet, insanlardan tamâmen uzaklaşarak halvet [yalnız kalmak]; uzlet [insanlardan uzaklaşmak]; mücâhede [nefsin istemediklerini yapmak] ve riyâzet [nefsin istediklerini yapmamak] sûretiyle nefsinin tezkiyesi ve ahlâkının mükemmelleşmesiyle meşgûl oldu. "İhyâu Ulûmi'd-Dîn" adlı meşhûr eserini yazdı. Sonra Kudüs'e gitti. Bu sırada, "Bâtınî" denilen sapık fırkaya karşı "Mufassılü'l-Hilâf", "Cevâbü'l-Mesâil" ve Allahü teâlânın isimlerini (Esmâ-i hüsnâyı) anlatan "el-Maksadü'l-Esnâ" adlı eserlerini yazdı. Kudüs'te bir müddet kaldıktan sonra, hacca gitti. Haccı müteâkiben tekrâr Bağdât'a döndü. Nizâmiye Medresesinde, Şâm'da yazdığı "İhyâ"sını kalabalık bir talebe topluluğuna ders olarak okuttu. Bu seferki tedrîs hayâtı uzun sürmedi. Doğduğu yer olan Tûs'a ve Nîşâbûr'a gitti. Burada yine Bâtınîlere karşı "ed-Dercü'l-Merkûn" kitâbı ile "el-Kıstâsü'l-Müstekîm", "Faysalü't-Tefrika", "Kimyâ-ı Seâdet" (Farsça), "Nasîhatü'l-Mülûk" ve "et-Tibru'l-Mesbûk" adlı kıymetli eserlerini yazdı. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, zâhirî ilimlerden olduğu gibi, tasavvuf ilminden de büyük nasîb almıştır. Onun tasavvufî yönünü anlatan kitaplar, Silsile-i aliyye büyüklerinden Ebû Ali Fârmedî hazretlerine bağlı olduğunu yazmaktadırlar. İlimde müctehid derecesinde derin âlim, tasavvuf yolunda yüksek bir velî olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri, sözleri, hâlleri ve eserleriyle insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya çalıştı. Ömrünün son yıllarını Tûs'ta geçirdi. Burada evinin yakınına bir medrese ve bir de tekke yaptırdı. Günleri, kitap yazmak, talebelere ders vermek ve insanları irşâd etmekle geçti. Elli yaşını aştığı bu sıralarda "el-Münkızü Ani'd-dalâl", fıkhın kaynaklarına (Usûl-i fıkha) dâir "El-Mustasfâ" ve Selef-i sâlihîne (Ehl-i sünnet îtikâdına) tâbi olmayı anlatan "İlcâmü'l-Avâm an İlmi'l-Kelâm" adlı eserlerini yazdı. İmâm-ı Gazâlî, ömrü boyunca gece-gündüz devamlı kitap yazmış büyük bir İslâm âlimidir. Eserlerinin sayısının bine ulaştığı, "Mevdûâtü'l-Ulûm" kitâbında bildirilmektedir. Bunlardan 400'ünün isimleri Şeyh Ebû İshâk Şîrâzî'nin "Hazâin" kitâbında yazılıdır. Eserleri üstünde Avrupalılar geniş ve uzun süren incelemeler yapmışlardır. Bunlardan P. Bouyges adlı müsteşrik, "Essaie de Chronologie des Oeuvres de al-Ghazâli" kitabında, İmâm-ı Gazâlî'nin 404 kitabının ismini yazmıştır. Meşhûr müsteşrik Brockelmann da "Geschichte Der Arabischen Litterature" adlı eserinde, İmâm-ı Gazâlî'nin eserlerinden 75 tânesinin listesini vermiştir. 1959'da, dört Alman ordinaryüs profesörü, İmâm-ı Gazâlî'nin kitaplarını okuyarak, İslâm dînine âşık olmuşlar ve İmâm'ın kitaplarını Almancaya çevirmişler ve İslâmiyeti kabûl etmişlerdir. İslâm dünyâsının mâruz kaldığı büyük Moğol felâketi esnâsında, yakılıp yıkılan binlerce kütüphâne içinde, İmâm-ı Gazâlî'nin birçok eseri de yok edilmiştir. Bu sebepten, bugüne kadar eserlerinin tam bir listesi ve tasnîfi yapılamamış, ilim dünyâsı, bu husustaki eksikliğini tamamlayamamıştır. Ömrünü, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek ve öğretmekle geçiren İmâm-ı Gazâlî hazretleri, 1111 (H. 505) senesi Cemâzil-evvel ayının 14. Pazartesi günü, büyük kısmını zikir, tâat ve Kur'ân-ı kerîm okumakla geçirdiği gecenin sabâh namazı vaktinde, abdest tâzeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: "Ey benim Rabbim, mâlikim! Emrin başım-gözüm üzere olsun" dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine orada bulunanlardan üç kişi içeri girdiklerinde, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, rûhunu teslim ettiğini gördüler. Vefâtı, Tûs'ta ve duyulduğu İslâm ülkelerinde büyük bir acı uyandırdı. İlim, irfân ehli ve halk onu kaybettiklerine günlerce yanıp, ağladılar. Birçok edîb, âlim ve ârif, ölümüne mersiyeler yazdı. Çünkü öyle bir kimse vefât etmişti ki, yerinin doldurulması çok güçtü.