Dünkü makâlemizde, Sultân Sencer'in da'veti üzerine, İmâm-ı Gazâlî'nin onun yanına gittiğini, onun kendisine çok büyük bir hürmet gösterip kendi makâmına oturttuğunu belirtmiştik. İmâm-ı Gazâlî, orada, bir talebesine bir aşr-ı şerîf okuttuktan sonra, Sultâna özetle dedi ki: "Allahü teâlâya hamd olsun. Kurtuluş ancak takvâ sâhibi olanlar içindir. Düşmânlık da ancak zâlimleredir. İslâm âlimlerinin âdeti şöyledir: Pâdişâhların huzûruna girdiklerinde; duâ, senâ, nasîhat ve bir ihtiyâcın giderilmesi husûsunda konuşma yaparlar. Resûlullah Efendimiz: "Size iki vâiz bıraktım: Biri susar, biri konuşur. Susan nasîhatçi ölümdür; konuşan ise Kur'ândır" buyurdu. Dikkat et, susan nasîhatçi ölüm, lisan-ı hâliyle ne söylüyor ve konuşan nasîhatçi ne söylüyor? Susarak, lisân-ı hâl ile, hâliyle nasîhat eden ölüm diyor ki: "Ben, her canlıyı pusuda beklemekteyim. Zamanı gelince, ânîden pusudan çıkıp yakalayıveririm. Eğer benim herkes için yapacağım işin bir benzerini görmek isteyen varsa; pâdişâhlar, vefât etmiş olan önceki pâdişâhlara, emîrler de, vefât etmiş olan evvelki emîrlere baksınlar." Melikşâh, Alparslan, Çağrıbey toprak altından hâlleriyle şöyle nidâ ediyorlar: "Ey Pâdişâh! Ey gözümüzün nûru, sakın unutma ki, biz nerelere sevk edildik ve ne korkunç işler gördük. Emrinde bulunanlardan biri aç iken, sen aslâ bir gece tok olarak uyuma! Biri çıplak iken, sen istediğin gibi giyinme! Onlar şöyle vasiyet ederler: Benden bir kelime kabûl et ki, bu "Lâ ilâhe illallah"dır. Bunu dâimâ dilinde tut, yalnız kaldığın zaman bunu söylemeyi aslâ unutma. Asıl îmân, bunu söylemekle istikrâra kavuşur. "Îmân, suyunu tâatten alır. Kökü adâlet ile, devâmı Hakk'ı zikretmek ile kâimdir" buyurulmuştur. Bunların hepsini yapıp âhiret azâbından kurtulursan da, kıyâmette suâlden kurtulamazsın. Hadîs-i şerîfte: "Her biriniz çoban gibisiniz ve herkes emri altında bulunanlardan sorumludur" buyuruldu. Ey Pâdişâh! Hak teâlânın hak ni'metini edâ eyle ki, ni'met; doğru îmân, doğru i'tikâd, güler yüz ve güzel ahlâktır ve iyi amellerdir. Bunlardan iyi amel işlemek senin elindedir. Mâdem ki Allahü teâlâ bu ni'metleri sana ihsân etmiş, sen de dördüncüden, iyi amel etmekten kendini mahrûm etme ki, küfrân-ı ni'met etmiş olmayasın ve ey ayakta duran emîrler! (vezîrler, kumandânlar!) Eğer devletinizin mübârek ve dâimî olmasını istiyorsanız, ni'metin kadrini biliniz. Ni'meti, felâket ve bedbahtlıktan ayırt ediniz. Biliniz ki; sizin bu Horasân melikinden başka, göklerin ve yerlerin mâliki olan başka bir pâdişâhınız vardır. Yarın kıyâmette, herkesi hesâba çekecek ve benim ni'metimin hakkını nasıl elde eylediniz, nasıl yerine getirdiniz, buyuracak. Meliklerin kalpleri, Allahü teâlânın hazîneleridir. Rahmet, azâp ve cezâya dâir yeryüzünde her ne vukû bulsa, meliklerin gönülleri vâsıtasıyla olur. Allahü teâlâ, kendi hazînemi size emânet ettim. Sizin dilinizi o hazînenin kilidi yaptım, korudunuz mu? Yoksa emânete ihânet mi ettiniz? diye soracak. Hazîneye ihânette bulunan bir mazlûmun hâlini pâdişâhtan gizleyendir. Bir ihtiyâcın arz edilmesine gelince, benim bir genel, bir de özel olmak üzere iki hâcetim vardır. Genel olanı şudur: Tûs ahâlîsi zulümden helâk olmuştur. Soğuk ve susuzluktan mahsûller tamâmıyla mahvolmuştur. Onlara acı! Hak teâlâ da sana acısın. Açlık dert ve belâsıyla mü'minlerin boynu ve belleri kırıldı. Özel hâcetim ise şudur: Ben, 12 seneden beri halktan uzaklaşmış, bir köşeye çekilmiştim. Sonra Fahr-ül-mülk, Nîşâbûr Medresesi müderrisliğini kabûl etmem için ısrâr etti. Ben ona, "Bu zaman, benim sözlerimi kaldıramaz. Bu zamanda bir hak söz söyleyenin, kapı ve duvar bile aleyhine geçer" demiştim. Bugün ise iş, o râddeye gelmiş ki, işitmiş olduğum sözleri rüyâda görseydim, karışık rüyâdır derdim. Bunların aklî ilimler ile alâkalı olanların da eğer bir kimsenin i'tirâzı varsa, buna şaşılmaz. Çünkü benim sözlerimde, herkesin anlayamayacağı ma'nâlar çoktur. Bununla beraber ben, kime olursa olsun söylemiş olduğum herhangi bir sözümü açıklayıp ispat edebilirim. Böylece mes'eleyi açıklığa kavuştururum. Bu gâyet kolaydır. Fakat, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmuşum diye söz söylüyorlarmış. İşte buna aslâ tahammül edemem. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ben, Ebû Hanîfe'nin ümmet-i Muhammed arasında, fıkıh ilminin inceliklerinde ve ma'nâsında en büyük âlim olduğunu kesin olarak kabûl etmekteyim. Her kim ki, bu söylediğimin tersine bir sözüm olduğunu veya bir şey yazmış olduğumu söylerse o yalancıdır. KENDİ HALİMDE KALAYIM Sizden şunu isterim ki; beni, Nîşâbûr'da, Tûs'da ve diğer bütün şehirlerde ders verme işinden affediniz. Kendi hâlimde kalayım. Bu zaman, benim sözlerime tahammüllü değildir." Sultân Sencer, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin bu sözlerini dikkatle dinledikten sonra şu cevâbı verdi: "Söylediğin bu sözleri duymak ve İmâm-ı A'zam hakkındaki güzel kanâatlerini, Irâk ve Horasân âlimlerinin hepsinin duyması için, onları burada toplamamız lâzımdır. Büyük İslâm âlimleri hakkındaki kanâatinizi ve onlara olan hürmet ve sevginizi herkese duyurmak üzere, her tarafa dağıtmak için bu ifâdeleri yazmanızı istiyorum. Tedrîsten, ders verme işinden muâf tutulma arzûnuza gelince, bu mümkün değil. Fahr-ül-mülk, seni Nîşâbûr müderrisliğine [profesörlüğüne] da'vet etmiştir. Biz, senin nâmına medreseler yaptıracağız. Bütün âlimler gelsinler, kendilerine kapalı kalan mes'eleleri öğrensinler, zor mes'elelerini halletsinler." İmam-ı Gazâlî hazretleri, ömrünün bundan sonraki son iki yılını, kendi memleketi Tûs'ta kitap yazmak, insanları irşâd etmek ve talebelere ders vermekle geçirdi. 55 yaşında vefât etti.