İnsanlık, İslâmiyet'e ne kadar muhtaçtır?

A -
A +

Sözümüzün hemen başında belirtelim ki, bugün hırsızlık, gasp, ırzlara tecâvüz, anarşi ve terör zulmü altında kıvranan insanlık, mukaddes dînimiz İslâmiyet'e ne kadar muhtaçtır? Çünkü İslâmiyet, başkasının canına, malına ve ırzına zarar vermek şöyle dursun, bir insanın kalbini kırmaktan bile çok şiddetle men etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz; "Bir müminin kalbini kırmak, yetmiş defâ Kâbe'yi yıkmaktan daha şiddetlidir" buyurmuştur. Bir baba gibi... Zulmetler, zulümler ve vahşetler altında inim-inim inleyen insanlara, kurtarıcı olarak Sevgili Peygamberimizin lutfedilmesi, dünyânın en önemli dönüm noktalarındandır. Şu hadîs-i şerîfler, O'nun nasıl bir eğitimci olduğunu ortaya koymaktadır: 1- "Ben sizin için bir baba gibiyim; bilmediklerinizi öğretiyor, sizi terbiye ediyorum." (Ebû Dâvûd, Nesâî) 2- "Ben bir muallim olarak gönderildim." (İbn-i Mâce) 3- "Ben güzel ahlâkı tamâmlamak için gönderildim." İslâmiyet, İslâm devletinin vatandaşı olan gayr-i müslimlere de adâletle muâmeleyi emreder; onlara da zulüm ve haksızlığı yasaklar. Hattâ Sevgili Peygamberimiz; "Kim bir zimmîye (gayr-i müslim vatandaşa) zulmeder veya taşıyamayacağı yükü yüklerse; ben, o kimsenin hasmıyım" buyurur. İslâmî ilimlerden "Tasavvuf"un konusu da, insanları bu rûh olgunluğuna kavuşturmaktır. "Evliyâ" denilen, Allahü tealânın sevdiği kullar, insanları bu ve daha pek çok rûhî olgunluklara eriştirmek için çalışmışlardır. İşte meşhur tasavvuf şâiri Yûnus Emre, hepimizin Allahü teâlânın kulu olduğunu, o hâlde birbirimizi hoş görmemiz lâzım geldiğini belirtir ve bunu şöyle ifâde eder: "Yaratılanı hoş gördük, Yaratan'dan ötürü". Hele nazargâh-ı İlâhî olan bir gönülü yıkmaktan şiddetle sakındırır ve; "Bir kez gönül yıktınsa, bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil" der. Mes'ûd ve bahtiyâr olmanın yolu Dünyâdaki bütün insanlar "mes'ûd" ve "bahtiyâr" yanî mutlu olmak isterler. Fakat mesut olan pek azdır; çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır. "Saâdet", sözlüklerde: "Mutluluk, bahtiyarlık; dünyâda ve âhirette mutluluk" şeklinde tarîf edilmektedir. Şimdi saâdet denilince, yalnız dünyâdaki râhatlık hâtıra geliyor. Halbuki asıl saâdet, ebedî olan âhiret saâdetidir. Âhiret saâdetine kavuşabilmek için, Allahü teâlânın ve son Peygamberi'nin emirlerine uymak yegâne çâredir; bundan başka çâre yoktur. "Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir"; "Bütün üstünlükler, faydalı şeyler İslâmiyet'in içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyet kendinde toplamıştır. Bütün saâdetler, muvaffakiyetler (başarıların sırrı) ondadır. İslâmiyet, yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir" buyuran Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî (rahimehüllah) ne güzel söylemiştir? "Saâdet-i Ebediyye": "Sonsuz, ebedî mutluluk, bahtiyârlık" demektir. Büyük âlim İmâm-ı Mâverdî, "Saâdet-i ebediyyeye kavuşmak için Müslümân olmak lâzımdır" derken, yine en büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî, "Cehennem'den kurtulmak ve saâdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) tâbî olmaya bağlıdır" buyurmuştur. Dâru'l-fünûn müderris (eski İstanbul Üniversitesi profesör)lerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi aleyh): "İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır" buyurmaktadır. Ca'fer-i Huldî, saâdetin anahtarını şöyle veriyor: "Sâlihlerle berâber olmak, sonsuz saâdetin anahtarıdır." Ebû Ali Cürcânî'nin zikrettiği saâdet alâmetleri de son derece önemlidir: "Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, Müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir." Peygamberimizin gösterdiği gayret Peygamberimizin 2 önemli hadîs-i şerîfine daha temâs edelim: 1- "Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan ve ateşine pervâne ve çekirgeler düşmeye başlayınca, onları men etmeye çalışan kimse gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum; halbuki siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz." (Müslim) 2- "Allah'ın, benimle gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer ki, o yağmurun isâbet ettiği yerin bir kısmı, suyu içen kuvvetli bir toprak olup bol ot bitirir. Bir kısmı da su içmeyen katı yer olup suyu biriktirir ve muhafaza eder de, Allahü teâlâ o su ile insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvanlarını sularlar ve onunla ekerler biçerler. Yine o yağmur öyle bir yere isabet eder ki orası düz ve kaypaktır; ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah'ın dînini anlayan ve Allahü teâlânın benimle gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve onları bilip (öğrenip) başkalarına da öğreten kimse ile buna kulak asmayan, benim getirdiğim hidâyeti kabûl etmeyen kimsenin benzeridir." (Buhârî, Müslim)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.