Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahramân ve cihângîrlerle doludur. Fâtih Sultân Mehmed de bunların başlarında gelir. İstanbul'u, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih'in hayâtı, Garp'ta ve Şark'ta asırlar boyu, her cephesiyle incelenmiş, hakkında nice kitaplar yazılmıştır. Tetkîk edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan bu cihângîrin sayılamayacak kadar çok üstün vasıfları vardır. Fâtih'in yüksek vasıflarından bâzıları şunlardır: Donanmayı, Beşiktaş'tan Haliç'e indiren teknik zekâ Fâtih'e mahsûstur. Haliç'te, Kasımpaşa'dan başlayarak boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatıp, Kasımpaşa-Ayvansaray arasında 5.5 m eninde köprü teşkil ettirmesi, onun askerî ve teknik zekâsının mahsûlüdür. Askerî ve siyâsî sahada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin iş birliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı. Kendi devrine kadar olan atalarının kısmen yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, istikrârlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük-büyük seferler, memleketin coğrafî iş birliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek durup dinlenmeden, yaz-kış demeden seferlere çıkmıştır. Bütün bu seferleri, bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket ederdi. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini sağlamak için aylarca bu seferlerin bütün ön hazırlıklarını yapardı. Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbîrleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı. Fâtih Sultan Mehmed, soğukkanlı ve cesûrdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini, Belgrad Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman, hemen onların önlerine geçip düşman hatlarına girerek göstermiştir. İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi, bu cesâretinin büyük örneğidir. Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber yürütürdü. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere, hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım" sözü meşhurdur. Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silâhları birkaç senede yenilenirdi. Rahatlıkla söylenebilir ki, Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih'tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih'ten önce top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muhârebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fâtih, bütün bunları akıl ederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını bizzat kendisi yaptı. Dün de bir nebze temâs ettiğimiz "İSTANBUL'UN FETHİ" hâdisesi üzerinde, bugün de çok kısa bir şekilde duralım: İstanbul'un fethi, sadece Türkler ve Müslümanlar nezdinde değil, bütün insanlık nazarında, cihân târihi bakımından da çok önemlidir. Dünyâ tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Fâtih Sultân Mehmed Hân 23 Martta ordusuyla Edirne'den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç'e indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah İkinci Mehmed; "Ya ben şehri alırım, ya şehir beni!" cevâbını verdi. Ulubatlı Hasan'ın burçlara bayrak dikmesi ile coşan askerler, delik deşik olan surlardan içeri girdiler. 20 parça donanma ve 300.000 askerden müteşekkil ordunun, yeri ve göğü sarsan "tekbîr" ve "tehlîl" sesleri arasında, öğleden sonra Fâtih Sultan Mehmed Hân, Topkapı'dan şehre girdi. 29 Mayıs sabâhı yapılan son taarruzda İstanbul düştü. Bu şekilde Orta Çağ sona erdi, Yeni Çağ başladı. İstanbul'un fethi, Türk târihinin en müstesnâ olayı sayılarak ona "Feth-i Mübîn" denildi. Dünyânın en büyük kilisesi (Sainte-Sophie) ve bütün Avrupa'nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya câmiye çevrildi. Fâtih bu ma'bedin kıyâmete kadar "Câmi" kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks Hristiyanların başı olan Patrikliği ortadan kaldırabilecek güçte olmasına rağmen kaldırmadı. İstanbul'un düşmesinden sonra, surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandı. Hâlbuki Cenevizliler Türklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok korkan ve kendilerine çok ağır cezâlar verileceğini bekleyen Cenevizlilere bir şey yapmadı. Fâtih Sultan Mehmed, Ceneviz vâlisi ve papazını çağırtarak sadece üzüntülerini bildirdi.