Geçtiğimiz 29 Mayıs 2007 Salı günü, İstanbul'un fethinin 554. sene-i devriyesi büyük bir coşku ile kutlandı. İstanbul'un fethi söz konusu olunca, Fâtih Sultân Mehmed'in yanında, hemen, büyük sahâbî Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallahü anh) ile büyük velî Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr (kuddise sirruh) da otomatikman hâtırımıza gelmektedirler. Fetih münâsebetiyle her üçünden de bahsetmek istiyoruz. Ama biz bugün önce, Türkiye'de, "Eyyûb Sultân" denilmekle meşhûr olan, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Ebû Eyyûb Ensârî'den bahsedelim. İsmi, Hâlid bin Zeyd olup, künyesi "Ebû Eyyûb"dur. Medîneli Müslümanlardan olduğu için "Ensârî" nisbesiyle meşhur olmuştur. Babasının adı Zeyd, annesinin ismi Hind binti Rebîa'dır. Doğum târihi bilinmemektedir. 670 (H.50) senesinde İstanbul'da şehîd oldu. Peygamber Efendimizin "mihmândârı"; yâni Resûlullah, Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret ettiği zaman, deve bunun kapısında [bunun evinin yakınında bulunan bir arsada] çöktüğü için, Mescid yapılıncaya kadar, yedi ay onu evinde misâfir eden sahâbîdir. Bilindiği gibi, Peygamber Efendimiz Mekke'den Medîne'ye hicret buyurduğu sırada, Medîne'nin ileri gelen kimselerinden bâzıları, devesi Kusvâ'nın yularından tutup; "Yâ Resûlallah! Bize buyurun..." diyerek istirhâmda bulundular. Peygamber Efendimiz onlara; "Devemin yularını bırakınız. O memûrdur. Kimin evinin önünde çökerse, orada misâfir olurum" buyurdular. Kusvâ da gide gide bugünkü "Mescid-i Nebevî"nin kapısının bulunduğu yere çöktü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinden inmediler. Hayvan tekrâr ayağa kalktı, yürümeye başladı. Eski yere tekrâr gelip çöktü ve bir daha kalkmadı. Bunun üzerine Efendimiz, Kusvâ'nın üzerinden inip; "İnşâallah menzilimiz burasıdır" ve "Burası kimindir?" buyurunca; "Yâ Resûlallah! Amr oğulları Süheyl ve Sehl'indir" diye cevap verdiler. Peygamberimiz; "Akrabâmızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?" buyurdular. Zîrâ Resûlullah Efendimizin dedesi Abdülmuttalib'in annesi, Neccâroğullarındandı. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri sevinçle; "Yâ Resûlallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı" diyerek Resûlullahı evine buyur etti. Peygamber Efendimiz, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin evini teşrif edince, önce alt katta oturmayı tercih ettiler ve buraya yerleştiler; ama sonradan ısrâr üzerine yukarı kata çıktılar. Böylece Peygamberimizi, Mescid-i Nebî ve meşrûtaları inşâ edilinceye kadar ağırlama ve evinde bulundurma şerefi bu mübârek zâta nasib oldu. Peygamber Efendimiz, Mekke'den Medîne'ye hicret etmeden önce bi'setin, yâni Peygamberliğin bildirilmesinin onbirinci senesinde Müslüman oldu. İkinci Akabe bîatinde bulunarak Resûlullah Efendimizin sohbetiyle şereflendi. Böylece Eshâb-ı kirâm ve Ensâr-ı kirâmdan oldu. Hanımı Ümmü Eyyûb da Müslüman olup, Peygamber Efendimize hizmetle şereflendi. Eyyûb, Abdurrahmân, Hâlid isminde üç oğlu ve Amre isminde de bir kızı vardı. Ebû Eyyûb-i Ensârî; Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve diğer bütün gazvelerde (harplerde), Resûlullah Efendimizin yanında bulundu ve hayır duâlarına kavuştu. Birçok muhârebede "sancakdârlık" hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kedisine "Sancaktâr-ı Resûlullah" unvânı verildi. Hâlid bin Zeyd Hazretleri, Cemel ve Sıffîn vak'alarında, Hazret-i Ali Efendimizin yanında bulundu. Onun kumandanları arasında yer aldı. Suriye ve Filistin muhârebelerinde, Mısır ve Kıbrıs'ın fethinde bulundu. Gâyet şecâatli ve pek kahramandı. Bir muhârebede özrü sebebiyle bulunmadığı için hep üzülürdü. Ebû Eyyûb (radıyallahü anh), ihtiyâr olduğu hâlde, Hazret-i Muâviye'nin, 670 (H.50) senesinde İstanbul'un fethi için teşkil ettiği orduya da katıldı. Süfyân bin Avf-ı Ezdî kumandasındaki bu ordu ile İstanbul'u almaya geldi. Çarpışmalar sırasında dizanteri hastalığına yakalandı. Ecelinin yaklaştığını hissedip, Peygamber Efendimizin; "Kostantiniyye'de kalenin yanında bir recül-i sâlih [sâlih bir insan] defnolunacaktır" hadîs-i şerîfini rivâyet etti ve "Şâyet burada vefât edersem, cenâzemi hemen defnetmeyin. Ordunun gidebileceği yerin en ileri noktasına kadar götürün ve beni oraya defnedin" diyerek vasiyet etti. Sonra mübârek rûhunu teslim ederek şehid oldu. O gün Müslümanlar, çarpışa çarpışa kaleye en yakın varabildikleri yere kadar gittiler. Orada kazdıkları kabre, Resûlullah Efendimizin mübârek sahâbîsi Ebû Eyyûb-i Ensârî'yi defnettiler. Aradan sekiz asır geçmiş, Hazret-i Hâlid bin Zeyd'in kabri unutulmuş ve kaybolmuştu. Bu arada İstanbul, Müslümanlar tarafından defâlarca kuşatılmıştı. Muhkem kalelerle korunan şehrin fethi, Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed'e nasib olmuştu. Fetihten sonra Fâtih'in ricâsı ile, Hâcı Bayrâm-ı Velînin yetiştirdiği Evliyâdan, hocası Akşemseddîn tarafından Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin kabri, kerâmetle keşfedilerek tesbit edildi. Sultan Fâtih, Akşemseddîn Hazretlerinin kerâmetine hayrân kalıp, ziyâdesiyle memnun oldu. Fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb-i Ensârî Hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, bir de yanına câmii şerîf binâ ettirdi. Burası bütün Müslümanların ziyâretgâhı hâline geldi. Osmanlı Pâdişâhları, bu türbeye saygı gösterirlerdi. Yeni Hükümdarlar bu türbe ve câmi önünde kılınç kuşanırlardı. [Cenâb-ı Hak, hepimizi, Ebû Eyyûb-i Ensârî Hazretlerinin şefâatlerine nâil eylesin.]