30 Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne'de dünyâya gelen Fâtih Sultan Mehmed, İkinci Murâd Hân ile Candaroğulları âilesinden Hadîce Âlime Hümâ Hâtûn'un oğlu olup Osmânlı pâdişâhlarının yedincisi ve İstanbul'un fâtihidir. Sevgili Peygamberimizin; "Kostantîniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak olan hükümdâr ne güzel hükümdâr ve ordu da ne mükemmel ordudur" meâlindeki hadîs-i şerîfi onu ayrı bir şevke getirmişti. Evliyânın işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile, o bu fikri tamâmiyle benimsemişti. Daha Manisa'da şehzâdeyken, hocası büyük velî Akşemseddîn de, onun İstanbul'u fethedeceğini müjdelemişti. Şehzâdeliğinden beri bir an önce İstanbul'u fethetmek, Hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile yanıp tutuşan Sultan Mehmed, bu büyük meselenin halline çalışıyordu. Bu sebeple, kaynakların belirttiğine göre, Pâdişah, hep İstanbul'un fethini düşünüyordu. Pâdişâhın gece-gündüz huzûru kaçmıştı. Yatağına yatar-kalkarken, sarayında ve dışarıda gezinirken, kafası hep İstanbul'un fethi ile meşguldü. Yine bir gece aynı düşünceyle uykusu kaçmış, vezîri Çandarlı Halil Paşa'yı gece yarısından sonra konağından sarayına çağırtmıştı. Böyle gece yarısı vakitsiz çağrılmaktan korkan yaşlı vezir, pâdişâhtan özürler dilemiş, pâdişâh da korku ve telâşının yersiz olduğunu belirterek, İstanbul'un alınması için oturup konuşmaya çağırdığını bildirmişti. Küçük yaşta, tahsîline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzâde Mehmed, devrin en mümtâz âlimlerinden ilim öğrendi. İlk hocası Molla Yegân'dı. Meşhûr dîn ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn Hazretleri, şehzâdenin her şeyi ile bizzât ilgilendi. Başka hocaları da vardır. 12 yaşına gelince, devlet idâresini öğrenmesi için, Edirne'den Manisa'ya vâlî olarak gönderildi. Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta çıkarıldı. Ancak bundan faydalanmak isteyen yeni bir Haçlı ordusu, 1444 Eylülünde, Türk topraklarına girdi. Vaziyetin ciddiyetini anlayan ve durumun vahâmetini takdîr eden İkinci Murâd, İstanbul Boğazı'ndan Avrupa'ya geçerek Edirne'ye geldi. Derhâl idâreyi ele alarak Varna'ya hareket etti. Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları, gerek Anadolu'daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı. Ama 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu. 1451 târihinde babası İkinci Murâd'ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed, ikinci defâ Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi, babasının yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandân olarak yetiştirilmişti. Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra, artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya verdi. Rumeli Hisarını yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd'in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kestikten sonra, 1452-1453 kışını Edirne'de harp hazırlıkları ile geçirdi. Rumeli Hisârının inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir. Hisârın yapımında 1.000 taşçı ustası, 5.000 işçi, 10.000 civârında yamak çalıştırıldı. Vezîrler sırtlarında taş taşıyarak hisârın yapılmasına hizmet ettiler. Ayrıca bâzı burçların yapım masrafını, işçi ücretleri dâhil, vezîrler üzerlerine aldılar. Rumeli Hisârı'nın inşâsı esnâsında, Bizans İmparatoru, elçi göndererek, "kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını" bildirdi. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed, elçiye; "Var git kralına söyle! O, rahmetli babam zamânında ahdi çok defâ bozmuştu. Arada ahid mi kaldı ki vefâdan bahseder. Bu topraklara biz hisâr yaparız, toprak elçi göndermekle kurtarılmaz. Eğer bu topraklar onunsa, gelip kurtarsın" diyerek niyetini az çok ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisârı ile İstanbul'un Karadeniz'den ikmâl yolu tam kontrol altına alınmış oldu. Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibâtı kesilmiş oluyordu. İstanbul'un muhâsarasına kadar da her geçen gemi; yükü, kalkış ve varış iskeleleri gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (geçiş vergisini) altın olarak vermeye mecbûr bırakılmış, vermeyen batırılmıştır. Askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu, karşı konulamaz ve dayanılamaz bir kudret hâline getirmiş, İstanbul muhâsarasında donanmayı Beşiktaş'tan kara yolu ile Haliç'e indiren teknik bir dehâya, çeşitli muhâsara makinelerine ve seyyâr kulelere sâhib olmuştu. Haliç üzerinde; Kasımpaşa tarafından başlamak üzere, boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak beş buçuk metre enindeki bir köprüyü Kasımpaşa-Ayvansaray arasına inşâ ettirdi. Devrin en ağır toplarını döktürdü. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde "yağla makine soğutmasını", havan topunun balistik hesâplarını yaparak, plânını çizerek dik mermi yollu ilk silâhı keşfetti. Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken, ona karşı dış düşmanları ve içeride şehzâdeleri kışkırtan Bizans, târihî fesat siyâsetinin son gayreti olarak bu sefer de şehzâde Orhan'ı, Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle, genç Pâdişâh'a İstanbul seferinin meşrûluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyordu. [İnşâallah öbür hafta da bu konuya devâm etmek istiyoruz.]