Dünkü makâlemizde de ifâde ettiğimiz gibi, Orta Asya bozkırlarında Bilge Kül Kadîr Hân tarafından kurulan ve devrin İslâm kaynaklarında "El-Hâkâniye", "El-Hâniye", "Âl-i Afrasiyâb"; başka eserlerde de, "Alp-İlig Hânlar", "Arslan-Buğra Hânlar" unvânlarıyla anılan "Karahânlılar" Devleti; 840-1212 târihleri arasında Türkistân ve Mâverâünnehir'de hâkimiyet kuran ilk Müslümân-Türk devletidir. "Karahânlılar", Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından meydana gelmektedir. Karahânlılar tâbiri, batılı şarkiyâtçılar tarafından, bu sülâlenin "Kara" unvânını çok kullanmaları sebebiyle verilmiştir. "Kara", Türkçede, "kuzey yönü"nü işâret etmesinin yanında, "büyüklük" ve "yükseklik" de ifâde eder. Abdülkerîm Satuk Buğra Hân'dan i'tibâren sekiz (8) sultân gelip geçtikten sonra, ilki Muhammed Aynüddevle (tahta geçişi 1041), sonuncusu Osman (tahta geçişi 1204) olan yirmi bir (21) aded Batı Karahânlı Kağanı hüküm sürmüştür. Bunlar, 1211'de Harezmşâhların hâkimiyeti'ne girmişlerdir. İlki Süleymân (tahta geçişi 1032), sonuncusu Üçüncü Muhammed (tahta geçişi 1211) olan 11 (onbir) aded de Doğu Karahânlı Kağanı vardır. Bunlar da 1211'de Noymanların işgâline uğramışlardır. YÂFES'İN TORUNLARI... Ma'lûm olduğu üzere, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in torunları olan Türkler, hükümdârlarının Müslümân olmasından sonra, fıtratlarındaki temizlikle, seve seve ve büyük topluluklar hâlinde, en son ve en mütekâmil dîn olan İslâmiyeti topluca kabûl etmişlerdir. Sekizinci asırda Müslümânlarla tanışıp, içlerinden kısmen bu dîni kabûl edenlerin bulunduğu Türklerin 10. asırda topluca İslâmiyeti kabûlü, netîce îtibâriyle târihteki birçok hâdiseye yön vermesi bakımından pek önemlidir. Müslümân olunca, Abdülkerîm adını alan meşhûr Karahanlı Sultânı Satuk Buğra Hân, doğudaki amcasına karşı mücâdelesinde, Müslümân gönüllülerden de faydalandı. Abdülkerîm Satuk Buğra Hân, 995 senesinde vefât edince Artuç'a defnedildi. Yerine oğlu Mûsâ hükümdâr oldu. Onun çok kısa sürdüğü anlaşılan saltanatından sonra hükümdâr olan Baytaş Arslan Hân, doğu kağanı Arslan Hân'ı mağlûb ederek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırdı ve bütün Karahânlıları birleştirdi. Büyük evliyâ Ebü'l-Hasan Muhammed'in yardımı ile ülkenin doğusundakiler de Müslümân oldular. Baytaş Arslan Hân, Karahânlı ülkesinde İslâmiyetin yayılması faaliyetlerini tamamlayınca, komşu Türk boylarını hak dîne dâveti, kendisine gâye edindi. Baytaş'tan sonra oğlu Ebü'l-Hasan Alî hükümdâr oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını, kardeşi Buğra Hân Hârûn idâre ediyordu. Buğra Hân Hârûn, 990 senesinde İsbicâb'ı zaptedip, 992 senesinde Sâmânîlerin merkezi Buhârâ'ya girdi. Böylece Horasân ve Mâverâünnehir, Karahânlıların eline geçti. "Şihâbü'd-devle" ve "Zahîrü'd-da'vâ" gibi İslâmî unvânlar kullanan Buğra Hân Hârûn, Kaşgar'a dönerken 996 yılında vefât etti. Yerine Ahmed bin Alî geçti. Müslümânların Halîfesi tarafından tanınan ilk Karahânlı hükümdârı bu Ahmed Hân'dır. KÜLTÜR VE MEDENİYET "Hâkânî Türkleri" adını taşıyan ve Türk an'anesine göre kurulan "Karahânlı Devleti", 10. asırda İslâmiyeti kabûlüyle, ilk İslâmî-Türk eserleri meydana getirdiler. Karahânlı hükümdârlarının ilme hayranlığı, âlimlere hürmetkârlığı ve onları korumaları netîcesinde Türkistân, Mâverâünnehir şehirleri birer medeniyet ve kültür beşiği hâline geldi. Doğu Karahânlılar devrinde Balasagunlu Yûsuf Hâs Hâcib, "Kutadgu Bilig"; Kaşgarlı Mahmûd, "Dîvânü Lugâti't-Türk"; İmâm Ebü'l-Fütûh Abdülğafûr, "Târih-i Kaşgâr" adı ile, Türk dili, edebiyâtı, kültürü ve târihi için çok mühim eserler yazdılar. Karahânlılar zamânında, büyük İslâm hukukçu ve âlimleri yetişti. Bunlardan bâzıları şunlardır: Burhâneddîn Merğînânî, Şemsül-Eimme Serahsî, Şemsül-Eimme Hulvânî, Ebû Zeyd Debbûsî, Fahrül-İslâm Pezdevî, Sadrüş-şehîd, Melikül-Ulemâ Kâsânî [Kâşânî], Ömer Nesefî, Sirâcüddîn Ûşî. "Şâh-i Türkistan" denilen Ahmed Yesevî hazretleri, İslâm dîninin göçebe Türkler arasında yayılmasına hizmet etmiş olup bugün bile, Rusya, Bulgaristan, Çin ve İrân'daki Türklerin Türklüklerini ve İslâmlıklarını muhâfaza etmelerinde tesîri vardır. Türk hat sanatı Karahânlılar ile başlamıştır. Kûfî, sülüs, celî gibi yazı türleriyle Kur'ân-ı kerîm ve hadîs kitapları i'tinâ ile yazılıp saklanmıştır.