Kibir hakkında birkaç kelime daha...

A -
A +

Büyük İslâm âlimi Ebû Saîd Muhammed Hâdimî (rahmetullahi aleyh), "Allahü teâlâ; "Tekebbür edenleri sevmem, tevâdu' edenleri (tevâzu gösterenleri) severim" buyuruyor. Âciz, elinden bir şey gelmeyen, zavallı insana bunlardan hangisini yapmak yakışır? Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç tekebbür edebilir mi? İnsan aşağılığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek (göstermek) mecbûriyetindedir. Bunun için her ân, her yerde aczini göstermesi, tevâzu' üzere bulunması lâzımdır. Tekebbür etmek harâmdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır; Kibir ve Kibriyâ sıfatı, O'na mahsûstur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allah indinde kıymeti o kadar artar. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ indinde kıymeti olmaz" buyurmaktadır. Yine o demiştir ki: "Mal, evlâd, mevki ve rütbe ile tekebbür etmek insana hiç yakışmaz. Çünkü bunlar, kendinde bulunan üstünlükler değildir. Gelip geçen, kendinde kalmayan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir." Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları bir yer var ki, adına "Bolis Çukuru" denilmektedir. Hattâ hadîs-i şerîfte de: "Kıyâmet günü, dünyâdaki kibir sâhibleri, küçük karınca gibi zelîl ve hakîr olarak kabirlerinden çıkarılacaklardır; karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakîr görecektir. Bunlar, Cehennem'in en derin ve azâbı şiddetli olan Bolis Çukuruna sokulacaklardır. Ateş içinde kaybolacaklardır. Su istediklerinde, kendilerine Cehennem'dekilerin irinleri verilecektir" buyurulmuştur. (Berîka) Evliyânın büyüklerinden Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Bir fıkıh âlimi, yere yıkılmış bir sarhoşun yanından geçerken, kendi hâlini düşünerek böbürlendi. Sarhoşa göz ucuyla bile bakmaya tenezzül etmedi. Sarhoş başını kaldırarak fıkıh âlimine: 'Ey iyi zât! Kavuştuğun bu ni'mete şükret. Sakın büyüklenme. Zîrâ kibirden mahrûmiyet hâsıl olur. Birini zincire vurulmuş görürsen gülme. Senin de başına gelebilir. Mukadderâtın belli olmaz. Belki bir gün sen de sarhoş olup yerlerde sürünebilirsin' dedi." Kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultânül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi aleyh) bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeği gördü. Köpeğe değip necâset bulaşmasın diye eteklerini topladı. O anda köpek dile gelip, şöyle dedi: "Benden sana bulaşacak kir, üç defâ yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryâda yıkansa temiz olmaz." Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî, köpeğe; "Senin dışın pis, benim ise içim. Gel berâber olalım da belki birbirimize faydamız olur" dedi. Köpek de; "Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zîrâ halk beni horlar, sana tâzim eder. Beni gören taşlar, seni gören ise iltifâta başlar ve 'Ârifler sultanına selâm olsun!' der. Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var" cevâbını verdi. Bâyezîd-i Bistâmî bu cevaptan ke?derlendi, bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile lâyık değilim, diye üzüldü. Büyük velîlerden "Şeyh-i Ekber" sıfatıyla meşhûr olan Muhyiddîn İbn-i Arabî (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin zamânında, büyük âlimlerden birisi Kâbe-i muazzamaya gelmiş tavâf ediyordu. O esnâda ihrâmını giymiş bir kimsenin ayağa kalkmadığını gördü ve kendi kendine; "Benim gibi bir âlime hürmet etmemek ne ayıp şey?" dedi. Biraz sonra büyük bir câmide vaaz verecekti. Câmi çok kalabalıktı. Bütün cemâat onun vaazını dinlemek için bekliyorlardı. Büyük âlim ağır ağır kürsüye çıktı. Fakat hiçbir şey söyleyemedi. Aklındaki bilgiler o anda silinmişti. Bir an aklı durur gibi oldu. Ter içinde kaldı. "Bugün biraz râhatsızım, konuşamayacağım" dedi ve kürsüden indi. Evine gidip; "Yâ Rabbî! Ne gibi bir hatâ ettim, ne gibi bir kusûr işledim de bunlar başıma geldi?" diye Allahü teâlâya yalvarıp ağladı. O gece rüyâsında Muhyiddîn İbn-i Arabî'yi gördü. Hatâsının ona karşı olan düşüncesi olduğunu anlayıp pişmân oldu. Muhyiddîn İbn-i Arabî'yi aradı, fakat bulamadı. Ümîtsiz bir hâlde otururken kapısı çalındı. Gördü ki, Muhyiddîn İbn-i Arabî hazretleri karşısında durmaktadır. "Buyurun" deyip içeri aldı ve af diledi. Muhyiddîn İbn-i Arabî onun özrünü kabûl etti. Allahü teâlâya onun için duâ etti. O âlim kimsenin ilmi, kendisine iâde olundu. Bugün 4 büyüğün sözlerini ve bazı menkıbelerini naklettik. İnşâallah yarın da bu önemli konuya devâm edelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.