İslâmiyetten önce Türk kavimleri ve devletleri kendi inanç, örf ve âdetlerine göre belli günleri, kendileri için kutsal kabûl etmişler ve bu günleri çeşitli merâsimlerle kutlamışlardır. Dede Korkut Hikâyelerinde belirtildiği üzere, Hânların başa geçmelerini, doğum ve zaferlerini kutlamak için toplandıkları, şölenler tertip ettikleri, ölümleri için yuğ, yanî yas merâsimi yaptıkları bilinmektedir. Fakat Türkler Müslüman olunca bu eski âdetlerini terk ettiler. İslâmiyetten sonra bayram ma'nâsına gelen "îd" kullanılmıştır. Her yıl Müslümanların neş'eli, sevinçli günleri tekrâr geldiği için böyle günlere "ıyd=îd", yani "Bayram" denilmiştir. Osmanlı Devletinde Ramazân ve Kurbân Bayramlarında yapılan merâsim şöyle olurdu: Pâdişâh, bayram sabâhı ba'zan Hırka-i Şerîf dâiresinde, ba'zan da Saray mescidinde sabah namazını cemâatle kılar ve sonra hâs odaya gelirdi. Bundan sonra bayram namazına gidiş hazırlıkları başlardı. Pâdişâh tahtına gelip, oturmadan önce, akrabâ ve yakınlarına hil'atlar giydirilip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında devlet erkânı, rütbelerine göre dururlardı. Pâdişâh bayram namazı için kalktığında Sadrâzam sağında ve Bâbüssaâde ağası solunda olduğu hâlde büyük bir alayla yola çıkılırdı. Bayram namazı genellikle Sultanahmet, ba'zan da Ayasofya Câmiinde kılınırdı. Bayram namazından sonra Sadrazâm, vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp Pâdişâhı beklerler ve sonra alayla Kubbe-i Hümâyûna kadar gelirlerdi. Burada bayramlaşma merâsimini "Bâbıâlî Teşrîfât Kalemi" idâre ederdi. Herkes yerini aldıktan sonra, Pâdişâh, "Aleyke avnullah" ve "Mağrûr olma pâdişâhım, senden büyük Allah var" sesleri arasında tahta oturur ve bu esnâda "Mehterân Bölüğü" tarafından "Hünkâr Marşı" çalınırdı. Bu merâsim, son zamanlarda umûmiyetle Dolmabahçe Sarayı "Muâyede (Bayramlaşma) Salonu"nda yapılırdı... Şüphe yok ki, bayramların cemiyet hayatımızda çok özel yerleri vardır. Şöyle ki: 1- Bayram sabahında, çocuklar, gençler, olgunlar ve yaşlılar grup grup câmilere doluşurlar, büyük bir huşû içerisinde sabah ve bayram namazlarını edâ ederler. 2- Bayram namazından sonra bütün Müslümanlar birbirlerinin bayramlarını tebrîk ederler. 3- Daha sonra âile büyükleri, eş-dost, akrabâ ve komşuları ziyâret ederek, büyüklerin ellerini öpüp duâlarını alırlar. 4- Yine dînî bayramlarımızdaki güzel âdetlerimizden biri de, yetîmler, fakîrler, garîpler ve çocukların sevindirilmesi, yardıma muhtâç kimselere yardım ellerinin uzatılması, ictimâî yardımlaşma ve dayanışmanın tezâhür etmesidir... 5- Dînî bayramlar, milletimizin birlik-beraberliğine ve dargınların-küskünlerin barışmalarına vesîle olduğu gibi, ölülerimizin bile sevinmelerine sebep olmaktadır. 6- Bütün dünyâda dîn ve diyânetlerini, ırz ve nâmûslarını, vatan ve memleketlerini, can ve mallarını müdâfaa ederken şehîd düşen, bayrama yetişemeyen Müslümanlar da unutulmamakta, onlar için de Kur'ân-ı kerîm okunup rûhlarına gönderilmektedir. Bayram gün ve geceleri mübârek zamanlardan olduğu için, gâzî, mecrûh olan, dul ve yetîm kalan çocuk, genç ve ihtiyâr bütün Müslümanlara da duâ edilmektedir. 7- Yine belirtelim ki Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için bazı gecelere, günlere ve aylara kıymet vermiş, bu zamanlarda yapılan duâ, tevbe, namaz, oruç, sadaka-i fıtır, kurban gibi muhtelif bedenî ve mâlî ibâdetleri kabul edeceğini bildirmiştir. Aslında kulların çok ibâdet yapmaları, duâ ve tevbe etmeleri için böyle gece, gün ve aylar birer sebep kılınmıştır. 8- Peygamber Efendimiz Medîne'ye hicret edince, Medînelilerin Câhiliye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını gördü ve onları îkâz etti; "Allahü teâlâ, size onlardan daha hayırlı iki bayram (Ramazân ve Kurbân Bayramlarını) ihsân etti" buyurdu. Sevgili Peygamberimiz ayrıca; "Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve teşrik günleri, biz ehl-i İslamın bayramıdır; bugünler yeme ve içme günleridir" buyurmuşlardır.