Hepimizin bildiği gibi, Allahü teâlâ, kullarına çok merhamet ettiği, acıdığı için bazı gecelere, günlere ve aylara husûsî kıymet vermiş; bu gece, gün ve aylardaki duâ, tevbe, namaz, oruç, sadaka-ı fıtır, kurbân ve hac gibi muhtelif bedenî ve mâlî ibâdetleri kabûl edeceğini, yani bol sevâp vereceğini bildirmiştir. Aslında yüce Rabbimiz, kullarının çok ibâdet yapmaları, duâ, tevbe ve istiğfâr etmeleri için böyle gece, gün ve ayları birer sebep kılmıştır. Böyle gün ve geceleri mutlakâ ihyâ etmeli ve saygı göstermelidir. Tabîî ki saygı göstermek, harâm işlememekle olur. Bilindiği üzere bayram günleri, günâhların affedildiği, birlik ve berâberlik duygularının pekiştirildiği, yoksulların sevindirildiği günlerdir. Bu sene de, Müslümanlar için önemli günlerden biri olan "Arefe" gününü ve Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammed'e ihsân buyurduğu iki dînî bayramdan ikincisi olan "Kurbân Bayramı"nı idrâk ettik. [Cenâb-ı Hak, sıhhat ve âfiyet içerisinde nicelerine kavuştursun.] Zamanı biraz geçmiş olmakla birlikte, burada şunları ifâde etmeden geçemeyeceğiz: Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerine "Eyyâm-i nahr" denir; bu günlerden sonraki gecelere de "Kurban Bayramı Geceleri" denilmektedir. Dâimâ Arefe günü ve gecesini, Kurban Bayramı gün ve gecelerini fırsat, ganîmet bilmelidir. [Bu senekiler geçti, tabîî ki önümüzdeki senenin Arefe ve bayram gün ve gecelerine kavuşup kavuşamıyacağımızı da bilemiyoruz.] Gerçekten kitaplarda yazılan şu tavsiyeler çok önemli: Böyle gün ve gecelerde, kandil gecelerindeki gibi, kaza namazları kılmalı, tevbe-istiğfâr etmeli, Kur'ân-ı kerîm okumalı ve çok yalvarıp duâ etmelidir. Bu geceleri ihyâ etmeli, gâfil olmamalıdır. Gecenin bir sâatini ihyâ etmek yâni ibâdetle geçirmek, bütün geceyi ihyâ etmek demektir... Burada şunu da belirtelim ki, bazı mekânlar emsâline göre daha mukaddes, bazı insanlar akrânına nisbetle daha muhterem olduğu gibi, bazı zamanlar da benzerlerine nazaran daha kudsî, daha mukaddes ve daha mübârektir. Bu mübârek zamanlardan biri de, Kurbân Bayramı gün ve geceleridir. Sevgili Peygamberimiz, iki dînî bayramımız hakkında: "Ramazân Bayramı, Kurbân Bayramı ve teşrîk günleri, biz ehl-i İslâmın bayramıdır; bugünler yeme ve içme günleridir" ve "Ramazân Bayramında namaz ve sadaka-i fıtır, Kurbân bayramında ise, namaz ve kurbân vardır" buyurmuşlardır. Dünkü makâlemizde de belirttiğimiz üzere, şüphe yok ki, dînî bayramlarımızın cemiyet hayatımızda çok özel yerleri vardır. Her bayramda olduğu gibi, bu bayramda da gördüğümüz üzere, bayram sabâhlarında her yaştaki Müslümanlar grup grup câmilere doluşmuşlar, büyük bir huşû içerisinde, yek-kalp, yek-cihet, yek-vücut hâlinde bayram namazlarını edâ etmişlerdir. Bayram namazından sonra bütün Müslümânlar, birbirlerinin bayramlarını tebrîk etmişler; daha sonra âile büyükleri, eş-dost, akrabâ ve komşuları ziyâret ederek, büyüklerin ellerini öpüp duâlarını almışlardır. Bayramlar sevgi ve saygının artmasına vesîle olmuştur. Yine dînî bayramlarımızdaki güzel âdetlerimizden biri de, yetîmler, fakîrler, garîpler ve çocukların sevindirilmesi, yardıma muhtâç kimselere yardım ellerinin uzatılması, ictimâî yardımlaşma ve dayanışmanın tezâhür etmesidir. Bu bayramda bu husûs da tahakkuk etmiştir. Ramazân Bayramında fakîrlere sadaka-ı fıtır verilmesi, Kurbân Bayramında ise, akrabâya ve komşulara kurbân etinden dağıtılması ne kadar hikmetlidir. Kezâ dînî bayramlar, milletimizin birlik ve beraberliğine ve dargınların, küskünlerin barışmasına vesîle olduğu gibi, ölülerimizin bile sevinmelerine sebep olmaktadır... Bayramlar cemiyetimizin çimentosu durumundadır; zira bayram günlerinde, uzun zamandan beri göremediğimiz akrabâ, dostlar ziyâret edilmekte, bayramları tebrîk edilmektedir. Çocuklar sevindirilmekte, bilhassa, yetîm, kimsesiz çocuklar, aranıp bulunmakta, bayram sevincinden mahrûm bırakılmamaktadır...