İki tecrübeli generalin, harp plânıyla ilgili olarak Diojen'e yaptıkları teklîfe karşılık, İmparator'a hoş görünmek isteyen ikinci teklîf sâhibi muhâlif generaller, hedefin daha derin olmasını ve ordunun vakit kaybetmeden Erzurum'a varıp, Îrân'a yönelmesini ve Türk ordusu ile nerede rastlanırsa orada, daha ziyâde Türk ülkeleri içinde harp edilerek yok edilmesini teklîf edip, birincileri korkaklıkla ithâm ettiler. Bu son teklîf, esâsen Bizans İmparatoru'nun kendi kafasındaki plâna da uygun düştüğünden, hemen ordunun doğuya hareket etmesini emretti... Selçûklu Sultânı Alparslan, âlim ve devlet adamlarının tavsiyesiyle, muhârebeyi Cumâ günü yapmayı tercîh etti. Sultan Alparslan, muhârebe gecesi, ayırdığı bir kuvvetle Bizanslıları, atılan ok ve nârâlar ile bütün gece ta'cîz ederek yorgun bir hâle düşürdü. Selçûklular, geceleyin Bizanslılar safında bulunan Türk asıllı birliklerle temâs kurdular. Onların Bizans ordugâhından ayrılarak Selçûklu ordusuna katılmalarını temîn ettiler. 26 Ağustos Cumâ günü askerlerini toplayan Alparslan atından inip büyük bir tevâzuyla secdeye kapandı; "Yâ Rabbî sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihâd ediyorum. Yâ Rabbî niyetim hâlistir. Bana yardım et; sözlerimde hilâf varsa beni kahret!" diye duâ etti. Sonra askerlerine dönerek; "Burada, Allahü teâlâdan başka bir sultân yoktur, emir ve kader O'nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihâd etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz" dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; "Aslâ emrinden ayrılmayacağız" mukâbelesinde bulundular. Sonra hepsi ağlayarak helâlleştiler. Sultan, beyâzlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silâhı olan gürzü alıp, şöyle hitâp etti: "Askerlerim! Şehît olursam, bu beyâz elbisem kefenim olsun. Eğer şehâdet şerbetini içersem, o zaman rûhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşâh'ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Eğer zaferi biz kazanırsak, artık istikbâl bizimdir." Cumâ namazından sonra başlayan muhârebede, Sultan Alparslan kumandasındaki kırk bin kişilik Selçûklu ordusu, fevkalâde güzel bir muhârebe taktiği uyguladı. Türk ordusu, bozkır çevirme hareketiyle, hilâl şeklinde yayıldı. Düşmân ordusunun 1/5'i kadar olan Selçûklu ordusu, yarım hilâl şeklinde tertîbât aldı. Hafîf süvârî kıt'aları, kanatlara yerleştirildi. Muhârebenin başlamasından iki sâat sonra, Peçenek ve Uz Türkleri, millî bir his ile Bizanslılardan ayrılıp Müslümân Selçûklu Sultânı'na tâbi oldular. Mezhep baskısı sebebiyle Bizanslılara kırgın ve kızgın bulunan Ermeni kuvvetleri de, muhârebe meydânını terk etti. Bu hâdiseler, Bizanslılarda mânevî bozguna yol açtı. Türkleri tamâmen imhâ etmek arzûsuyla gelen Bizans ordusunun Türklerin ok, gürz ve kılıç darbeleriyle yerlere serildikleri, bunlardan kurtulanların da, akşam teslîm olmaya can attıkları görüldü. Bütün cengâverliğine rağmen hiçbir şey yapamayan mağrûr Bizans İmparatoru Diojen, bütün mâiyeti ile berâber, kendisi de yaralı hâlde esîr edildi. Malazgirt meydanındaki mücâdeleden yenik çıkan İmparator, Sultân'ın huzûruna getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultân Alparslan, onu nezâketle kabûl edip oturttu ve gönlünü aldı. Aralarındaki konuşmada Diojen, muhârebe öncesinde, muazzam ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını i'tirâf etti. Sultân Alparslan; "Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardınız?" diye sordu. Diojen onu öldürteceğini açıklayamadı; "kamçılardım" cevâbını verdi. Alparslan; "Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?" diye sordu. "Ya öldürtürsünüz, yâhut İslâm memleketlerinde bir esîr gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... Fakat onu mümkün görmüyorum, ama... Belki de, affedersiniz!" dedi. Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı, daha da küçük düşürmek istemedi. Bizans İmparatorunu affetti. Ağır şartlarla antlaşma imzâladı. [Fakat Romen Diojen, memleketine dönüşünde Bizanslılar tarafından, Türklerden görmediği hakâretlere uğrayıp öldürüldü. Yeni Bizans İmparatoru Yedinci Mihail de, Diojen'in Türklerle yaptığı anlaşmayı kabul etmedi.]